HÜRRİYET

Çok önemli bir fırsat kaçıyor

BUGÜN itibarıyla Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi oluyor.

Bugün için ulus olarak gurur duymamız da gerekmiyor.

Çünkü önemli olan Türkiye’nin, bu görevde bulunduğu sürece göstereceği performanstır.

Dünyadaki haksızlıkların, insan haklarına karşı saygısızlıkların bir nebze olsun azalmasında payımız olursa, işte o gün gurur duyabiliriz.

Elbette Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üyeler gibi veto hakkımız yok, ancak iyi bir diplomatik faaliyetin birçok şeyi başarabileceğine de kuşku yok.

Türkiye, bu görevi hakkıyla yerine getirebilir mi?

Sormamız gereken soru bu.

Ve bugünkü tabloya bakınca bu soruya olumlu yanıt verebilmek o kadar kolay değil.

Türkiye, onca zamandır üye olmak için çalıştığı Güvenlik Konseyi’nde, AKP hükümeti kafasına uygun bir aday bulamadığı için kariyerini tamamlamış, emekli bir büyükelçi tarafından temsil edilecek.

Oysa Dışişleri Bakanlığı’nın kadrolarında bu işi layıkıyla yerine getirebilecek ve bu görevi kendi kariyerinin bir üst aşaması olarak görüp olanca gücünü bu işe verebilecek çok sayıda diplomatımız var.

Ancak AKP hükümeti seçilmek için onca çaba harcadığı bu işi bile partizanlık duygularına kurban ediyor.

Ne diyeyim, Allah akıl versin!

Umarım korktuğum olmaz

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’in Gazze saldırısından sonra bölge ülkelerini kapsayan bir geziye çıktı.

Birçok kişi bu gezilerden bir sonuç çıkmayacağına, Türkiye’nin bunca sorunu varken Başbakan’ın bu gezilerinin gereksiz olduğuna inanıyor.

Bu görüşlere katılmıyorum.

İçinde yer aldığımız bölgede insanlık dışı olaylar meydana gelirken, Türkiye’nin elini kolunu bağlayıp oturması doğru değildi.

Başbakan, bu temaslarından olumlu bir sonuçla döner mi?

Büyük olasılıkla çok somut kazanımlar elde edemeyecek elbette.

Ama böyle olması, bu temasları gereksiz kılmıyor.

Bu bölgede olup bitenlere karşı Türkiye’nin de hassasiyetlerinin bulunduğunun bilinmesi, Türkiye’nin de bu bölgede ihmal edilmemesi gereken bir oyuncu olduğunun herkese gösterilmesi açısından bu geziler olumludur.

Ancak merak ettiğim bir şey var: Başbakan’ın bildiğimiz üslubunu, o gezilerde de tekrarlayıp tekrarlamadığı!

Diplomaside Kasımpaşa üslubu pek işe yarayan bir şey sayılmaz.

Ve bir sorun da Başbakan’ın karşısında bir mikrofon görünce, söyleyeceğinin nereye varacağını bilmeden konuşma alışkanlığı.

Biz o üsluba alıştık ve ciddiye almıyoruz ama başkaları da bizim gibi davranmayabilir!

Seçimin iki parametresi: Kriz ve yolsuzluklar!

HÜRRİYET’in bugünkü gündeminde çok ilgimi çeken bir haber var.

Arkadaşımız Nuray Babacan’ın haberine göre Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bir özel ekibi belediye seçimlerinde kadın aday bulmakla görevlendirmiş.

Bu ekibin görüştüğü kadınların büyük çoğunluğu şu yanıtı vermiş:

“İhale ve mafya işleriyle uğraşmaktan korkuyoruz.”

Bu korku nedeniyle birçok kadın, adaylık önerisini geri çevirmiş.

Kadınların, yolsuzluk işlerine daha az bulaştığına, yasalara uymak konusunda daha titizlik gösterdiklerine olan inancımı artıran bir haber.

Ancak ilgimi çekmesinin nedeni bu değil.

İlginç olan, bu işlerle hiç ilgisi olmayan kişilerin bile zihninde “belediye” denilince “ihale yolsuzlukları ve mafyatik ilişkiler” düşüncesinin çağrışım yapması.

Ezici bir iktidar çoğunluğuyla bir araya gelen yerel iktidarların “kendi zenginini yaratma çabasının” önünde sonunda böyle bir fikrin uyanmasına yol açması kaçınılmazdı. AKP’yi bu seçimde bekleyen en büyük tehlike de bu zaten.

Bu seçim, tıpkı AKP’yi ilk kez iktidara getiren seçimin koşulları altında yapılacak.

Ciddi bir ekonomik kriz ve artık sağır sultanın bile duyduğu yolsuzluk söylentileri, bu seçimin de belirleyici özelliği olacak.

Zaman gibi iktidar yanlısı gazeteler bunu sezdikleri için şimdiden karşı kampanyaya giriştiler bile. Dünya gazetecilik tarihine geçecek bir yaklaşımı da bu gazetenin genel yayın müdürü yaptı zaten.

Önerdiği şu: Yolsuzluk haberlerini seçim sonrasına kadar bekletelim!

İktidar yanlısı gazeteciliğin bu boyutlara varması da korkunun ne kadar büyük olduğunu gösteriyor!