Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Önce 29 harfi iyice öğrenelim

KÜLTÜR ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un “Alfabemizdeki eksik harfleri tamamlayalım” önerisi, biz Türklerin çok hoşuna gidecek türden bir tartışmanın da başlamasına yol açtı.

Böyle tartışmaların iyi tarafı da bu zaten! Herkes bir şey söyleyebilir, söylediklerinin bir temeli olması gerekmez ve kimse karşısındakinin ne dediğini de dinlemek zorunda değildir.

Dün Milliyet’te Can Dündar’ın köşesinde bir üniversitemizin rektörlük makamından yollanmış “açıklama mektubu”nu okudum.

Mektubu okurken de aklıma “29 harf mi olsun, üç beş harf daha ekleyelim mi” tartışması geldi.

Mektuba bakarak şunu söyleyebilirim: Önce mevcut 29 harfi yerli yerinde ve doğru olarak kullanmayı öğrenelim, gerisi kusur kalsın!

Çocuklarımız, okullarda bir test çözme makinesine dönüştürüldüğünden beri Türkçe’yi büyük oranda unuttuk.

Bana gelen okuyucu mektupları içinde, özellikle gençlerden gelenlerde, “dahi” anlamındaki “de-da”yı ve “ki” bağlacını doğru kullanabilen neredeyse hiç yok.

Bazı harflerin üzerindeki şapkaları hatırlayan da!

Türkçe eğitim düzenimizi çok ciddi olarak yeniden gözden geçirmeliyiz. Türkçe derslerinde, test çözdüren öğretmenleri eğiterek işe başlamalı ve Türkçe’yi, “İyi öğrenilmezse sınıf geçilemez bir ders” haline getirmeliyiz.

Kuralsız kelimeler, fiiller her dilde var. Bunları öğrenmenin yolu da çok okuyup, iyice ezberlemekten geçiyor. Türkçe’deki benzeri kelimeler için de çözüm budur, alfabeyi değiştirmek değil.

Rahmetli Attilá İlhan’dan duyduğum şekilde söyleyeyim: “Öğrensin keratalar.”

Nobel ödüllü 53 aydının çağrısı

NOBEL Ödülü kazanan 53 yazar ve bilim adamı 7 Nisan tarihinde Türkler ile Ermenileri hoşgörü ve işbirliğine çağıran bir bildiri yayınladı.

Dün Hürriyet’in yazı işleri gündeminde bu haberi okuyunca, metnin tamamını buldum ve okudum.

Önce şunu belirteyim: Ermeniler, bu işten pek hoşlanmayacaklar.

Çünkü bildiri, benim takip edebildiğim kadarıyla Ermenistan’a ilk kez “gerçek bir demokrasi olması” ve “Türkiye ile sınırlarını tanıması” çağrısını da yapıyor.

Öte yandan Türkiye’nin de hoşlanmayacağı şeyler metinde var elbette.

Bildiri, iki tarafın “soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması” ile ilgili Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin, Uluslararası Soykırım Akademisyenleri Birliği tarafından yorumlandığı şekilde ele almasını öneriyor.

Buna göre “bazı Osmanlıların soykırım niyeti ile kasıtlı olarak hareket ettiklerini” ama bununla ilgili hükümlerin geçmişe dönük olarak uygulanamayacağını kabul etmek gerekiyor.

Bir tür “Ne şiş yansın ne kebap” önerisi de diyebiliriz buna.

“Türkler, bazı Osmanlı yöneticilerinin soykırım niyetiyle davrandıklarını kabul edecek, Ermeniler ise her türlü tazminat ve ceza taleplerinden vazgeçecekler” anlamına geliyor.

Bildirinin bu kısmı, geleneksel Ermeni tezleriyle hiç örtüşmüyor. Demek ki Ermeni azgınlığı artık “can sıkmaya” başlamış.

Öte yandan en ciddiye alınması ve üzerinde durulması gereken bölüm de Ermenistan’ın gerçek bir demokrasiye geçmesi ve sınırları tanıması talebi ki bu gerçekleştiği takdirde bazı şeyleri Ermenistan ile konuşabilmek mümkün olabilecek.

Demek ki neymiş?

AKP yönetimi, Ağrı İl Başkanı’nın görevden alınmasına mahkemeye yaptığı itiraz üzerine şu savunmayı yaptı: “Demokrasinin verdiği imkánları hukuk dışı yollarla kullanan ve buna alet olanlara AKP’de fırsat verilmemektedir.”

Bunu okuyunca “demokrasi bizim için bir araçtır” sözünü hatırladım.

Hafızam beni yanıltmıyorsa, Başbakan’a ait bir sözdü.

Başbakan hálá bu fikirde mi bilmiyorum ama özellikle bazı şeriatçı kesimlerin “demokrasinin olanaklarından yararlanarak” laik düzeni değiştirmek istedikleri bir sır değil.

Demokratik laik düzenin kendisini her şart altında korumasının meşru olduğunu söyleyenlerin de “28 Şubatçılıkla”, “darbecilikle” suçlandıklarını da hatırlayalım.

Demek ki neymiş: “Demokrasinin verdiği imkánları hukuk dışı yollarla kullananlara fırsat verilmemeli!”

Ben söylesem “darbeci bu, zaten andıçta da öyle yazıyor” derlerdi.

Allahtan bu sözler AKP’nin mahkemeye verdiği savunmada yer alıyor!