Evladı fatihan nedir bilmez onlar!
ADINI taşıdığım Yakup dedem bir göçmendi. Bugün Skopje olarak bilinen Üsküp ile Bilota diye bilinen Manastır arasındaki bir köyden, Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldığında 13 yaşlarındaydı.
Yol boyunca Sırp ve Bulgar çetecilerinin saldırılarında neredeyse tüm yakınlarını kaybetmişti.
Ben ortaokul ve lise çağındayken, dedem ölene kadar onunla birlikte “uzak akrabaları” aradık.
Yatılı okuldayken yaklaşık iki haftada bir, dedemden bir mektup alırdım. Dayısının torunu, teyzesinin kızı, komşu köydeki Hamza Dayı’nın gelini, şu ilin bu ilçesinde yaşıyormuş, fırsat bulursam gidip göreyim isterdi.
Yıllar sonra bir cuma namazından sonra Üsküp’te camiden çıkan uzun boylu, sarışın, mavi gözlü, bastonlarına dayanarak yürüyen yaşlı insanları görünce dedemin Salihli’deki mezarından çıkıp namaza geldiğini düşünmüştüm. Belki akrabalarımızın bir bölümü hâlâ ata topraklarımızda yaşıyorlar, bilemiyorum.
Bulduğu adresleri yazdığı küçük bir defteri vardı, ne yazık ki nerede olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz. Vasiyetini bu yüzden tutamıyorum, kimseyi arayamıyorum!
Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç, geçenlerde şöyle yazdı:
“Bugüne kadar çeşitli avantajlar ve kamusal ayrıcalıklar sayesinde sahip oldukları ‘resmi Türk kimliği’nin sarsıntı geçireceğinden kaygı duyan kesimlerin tepkisine yol açıyor. ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ formülünü kabul edip kolayca ‘resmi Türk kimliği’ni resmi anayasal Atatürk milliyetçiliğini benimseyenlerin önemli bir bölümünün etnik köken olarak Türk olmayıp Balkan göçmeni, mübadili veya Kafkas muhaciri olması anlamlıdır.”
Dedem bu sözleri okumuş olsaydı şöyle derdi: “Haydi vre, sen kim oluyorsun da bizim Türklüğümüzü tartışıyorsun!”
Bana “Bu adama bir mektup yaz” derdi, “evladı fatihan diye bir şeyi duymuş mu?”
“Boşver dede” derdim, “yazsam da anlamaz büyük olasılıkla!”
En meşhur gece kulübü!
ERGENEKON soruşturmasından beri İstanbul’un en meşhur yeri hiç kuşkusuz ki “özel yetkili savcılığın” ve “özel yetkili mahkemelerin” bulunduğu yer. Eskiden adı Devlet Güvenlik Mahkemesi idi ama şimdi memlekete demokrasi geldi, adı da değişti haliyle!
Biliyorsunuz oraya her gün bir başka “şöhret” ifadesi alınsın ya da yargılansın diye götürülüyor. Gazeteciler, televizyon kameramanları kapının önünde bekliyorlar, kısacası İstinye Park’taki Masa’nın önü gibi!
Yeri de Four Seasons Bosphorus Hotel’in hemen yanı.
Dün Yazgülü Aldoğan’ın Posta’daki köşesinde komik bir şey okudum, bununla ilgili.
Mahkemenin hemen yanındaki Four Seasons Hotel’de kalan zengin bir turist çift (ki zaten fakirlerin orada işi ne) consiergeden yakındaki bir gece kulübü için rezervasyon yapılmasını istemişler.
Görevli “Reina” mı, “Sortie” mi diye sorarken turist çift “Hayır” demiş, “hemen otelin yanındaki yerde ayırtın.”
Görevli “Otelin yanında gece kulübü yok” demiş. Turistler sinirlenmişler, “Nasıl yok” diye.
“Bütün gün ve gece boyunca kapısında gazeteciler bekliyor. Gelenin, gidenin resmini çekiyorlar. Ünlülerin hepsi orada olmalı, orada yer istiyoruz!”
Otelin görevlisi “Allah düşürmesin” demiş, “orası özel yetkili mahkeme!”
YÖK’ten bir yazı daha istiyorum
YÖK, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne yazdığı bir yazı ile üniversitedeki türban sorununa çözüm getirdi: “Disiplin yönetmeliğine uymayan öğrenci dersten çıkarılamaz. Öğrenciyi dersten çıkaran öğretim görevlisi disiplin suçu işler.”
Pratik çözümleri severim, “Hint usulü mü bağlansın, İran’a mı bakalım, Emine Hanım’ın bağladığı gibi mi olsun” tartışması böylece sona eriyor. Üniversite yaşına gelmiş, her kararını kendisi verebilecek olgunlukta bir kızın başını nasıl bağlayacağına kendisinin karar vermesi en doğrusudur. Bence başını örtmesine gerek de yoktur, artık devir değişti, saçı görünen bir kadın, çok dar bir çevre dışında kimsede cinsel çağrışımların yol açtığı günahlara sebep olmuyor!
Sonuç olarak buna herkesin kendisi karar vermeli, başkasına söz söylemek düşmez bu konuda diye düşünürüm.
YÖK bu sorunu böylece çözdüğüne göre şimdi sıra başka tür “disiplin suçu” işleyip de cezalandırılan, okulundan uzaklaştırılanlara hatta hapse atılanlara gelmeli.
Üniversite harçlarının yüksekliğine karşı çıkan, öğrencilerin ve asistanların da üniversite yönetiminde söz sahibi olmasını isteyen, toplumsal sorumlulukları gereği dersleri boykot eden öğrencilere de aynı hak tanınmalı.
Hepsine verilen disiplin cezaları affedilmeli, bundan sonra da bu tür eylemlerde bulundukları için disiplin cezasına çarptırılmadıkları gibi polise de teslim edilmemeliler. Profesör Yusuf Ziya Bey, domateslerden başını kaldırıp bununla da ilgilenmeli.
Demokrasi, çifte standartlara yer olmayan bir rejimdir, bunu da üniversitelere bir yazı yazarak çözümlemeli!