Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Gazeteci arkadan vurmaz!

GAZETECİLERİN ve ayakkabıların “arkadan vurdukları” ile ilgili şakayı duyar, ciddiye almazdım.

Ama üç önemli yazar birden arka arkaya aynı şeyi yazınca, birkaç söz söylemek gerektiğini düşünüyorum.

Önce Türkçe ile ilgili bir sorun var: Ayakkabı “arkadan vurmaz”. Ayakkabı sadece “vurur”! Ayak parmaklarınızı, aşık kemiğinizi ve topuğunuzu. “Hain ayakkabı arkadan vurdu” tekerlemesi, ortaoyununda sıkça kullanılan bir kelime oyunudur ama hepsi o kadar!

Sonrası mesleğimiz ile ilgili.

Gazeteci “arkadan vuran bir hain” değildir. Gazeteci, işini herkesin gözünün önünde yapar.

Saklanmaz. Kimliğini açıklar. Gazeteci sıfatıyla bulunmadığı ortamlarda ulaştığı bilgileri kullanmak için kimliğini açıklar.

Haber kaynaklarına saygı duyar. Haber kaynakları izin vermedikçe kaynağını açıklamaz. Bunun için gerektiğinde hapis yatmayı göze alan meslektaşlarımızın olduğunu da unutmayalım.

Gazeteci temel bilgileri yok edemez, görmezden gelemez, tahrif edemez.

Gazeteci, kamuya mal olmuş bir şahsiyet bile olsa, halkın haber alma, bilgilenme hakkıyla doğrudan bağlantılı olmayan hiçbir amaç için, izin verilmedikçe özel yaşamın gizliliği ilkesini ihlal etmez.

Tehdit ve şantaja başvurmaz. Haber elde etmek için yanıltıcı yöntemleri kullanmaz.

Edindiği bilgileri yayımlamadan önce kendi yararı için kullanmaz.

Daha ayrıntılı bilgi isteyenlere “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”ni okumalarını öneririm.

Bu temel etik kurallara uymuyorsa, zaten gazeteci de sayılmamalıdır.

“Gazeteciden dost olmaz” sözünün doğruluğu da zaten bundan ileri gelir. Gazeteci için önemli olan halkın haber alma hakkını savunmaktır, eşin dostun yaptıklarını görmezden gelmek değil.

Öte yandan gazeteci arkadan vurmaz ama Türkiye’de çok sayıda gazetecinin “arkadan vurulduğunu” da hatırlatmak isterim.

Hem güveniyorlar hem güvenmiyorlar

DARBEYE teşebbüs eden askerlerin, sivil mahkemelerde yargılanması ile ilgili kanun değişikliği nedeniyle iktidar ve muhalefet arasındaki söz düellosunu tebessümle izliyorum.

Bu tartışmalar ile geçmişteki tartışmaları bir arada düşününce ortaya açıklanması çok güç bir tablo çıkıyor.

Mesela CHP’nin pozisyonu şöyle: CHP, genel olarak bağımsız yargıya güvendiğini söylüyor hep. Hükümeti bu konuda sık sık uyarma ihtiyacını hissediyor. Zaten 12 Eylül darbecilerinin yargılanması için Anayasa değişikliğine hazır olduğunu da beyan etti. Ama asker kişilerin darbecilik suçlamasıyla sivil mahkemelerde yargılanmasına da karşı! Sivil mahkemelere güveniyor ama belli ki o kadar da güvenmiyormuş.

AKP’nin durumu da farklı değil: AKP, son yasa değişikliği nedeniyle muhalefeti sivil yargıya güvenmemekle eleştiriyor. Ancak sıra yasama faaliyeti dışındaki konularda dokunulmazlığın kaldırılmasına gelince yan çiziyor. Bunun nedeni de “yargının bu yetkiyi kötüye kullanma” olasılığı. Açıkça söylemiyorlar belki ama sivil yargıya o kadar güvenmediklerinin en açık örneği de bu.

Doğru siyaset her şeyden önce bir iç tutarlılık gerektirir.

Bir konuda yargıya güvenip, öteki konuda güvenmemek yargıyı siyasal bir mekanizma gibi görmek demektir.

Hem iktidar hem de ana muhalefet yargının kolayca siyasallaşabildiğini düşünüyorsa, ki son tartışmalar bunu gösteriyor, o zaman yapılması gereken hep birlikte oturup bu sorunu çözmek için neler yapılması gerektiğini bulmak olmalıdır.

Orduevi bahçesinde ne konuşulur?

ORDUEVİNİN önünden geçerken, otomobilin içinden bakıp, bahçede oturanların dudak ve kaş kıvrımlarından tuhaf çıkarımlar yapan Radikal yazarından dün söz etmiştim.

Yazar, bu mimiklerden yola çıkarak orduevi bahçesinde oturanların “herkesi hizaya sokmayı düşündüklerinden” söz ediyordu. Benim gözüm o kadar keskin değil. Ancak, orduevi bahçesinde oturanların neler düşündüklerini, nelerden konuştuklarını yüzde 100’e yakın bir isabetle söyleyebilirim. Yedek subaylığım sırasında, ki üstelik 12 Eylül dönemiydi, öyle yerlerde bulunmuşluğum var çünkü.

O bahçelerde oturanların en çok konuştukları konu, ülkemizde maaşlarıyla geçinmek zorunda olan herkesin konusudur: “Çocukların okul masrafları nasıl ödenecek, kıza yeni bir palto lazım, pirinç fiyatları yine arttı, annen iyileşti mi, ucuzluktan şahane bir ayakkabı aldım, semt pazarı ordu pazarından daha ucuz” gibi konular.

“Televizyonda dün başlayan diziyi gördün mü, saçlarımı sarıya boyatsam mı, Ahmet Albay’ın kızı evleniyor altın mı taksak, oğlanın arkadaşlarını hiç beğenmiyorum, göbeğin çıktı yine az ye, otomobil kullanacaksın artık içme” gibi konular da vardır.

Şunlar da vardır elbette: “Kız üniversiteyi Konya’da okuyacak yurtta mı kalsa, orduevinde yer bulur muyuz” ya da “Sarıkamış’a oğlanı götürelim mi, yoksa burada dayısının yanında mı okusun” gibi konular da gözde tartışma konuları arasındadır.

Şunu söyleyebilirim: Orduevinin bahçesinde çaylarını içen insanlar, “memleketi ve yan bakışlıları düzeltmekten” daha çok, kendi aile bütçelerini nasıl düzelteceklerini konuşurlar.

Cennet vatanımızın bütün ücretli ve maaşlıları gibi!