Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Hükümet, şikâyet etme yeri değildir

HÜKÜMETLERİN yapamadıkları işlerden muhalefeti sorumlu tutması sanıyorum sadece bizim demokrasimize özgü bir durum.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “milli birlik projesine karşı değilsen içini nasıl dolduracağız gel bunu söyle” diyerek muhalefeti eleştiriyor.
Oysa normal bir demokraside bunun tersi olur. Hükümet, ortaya attığı projenin içinde neler olduğunu söyler, muhalefet de bununla ilgili eleştirilerini yapar.
Hükümet de bu eleştirilerden kendine ders çıkarır ya da çıkarmaz, oy gücüne güveniyorsa da icraatını yapmak için harekete geçer.
Bizde böyle olmuyor.
Hükümet, bazı konularda “milli mutabakat” arıyor, bazılarında ise oyçokluğuna dayanarak bildiğini okuyor.
Mesela Anayasa değişikliği meselesinde böyle oldu.
Başta AB ve Venedik Komisyonu kararları, Anayasa değişikliklerinin bir mutabakatla yapılmasını öneriyor, ama hükümet bunu yaparken mutabakat aramaya ihtiyaç duymadı.
“Gelin bu Anayasa değişikliği paketinin içini dolduralım” demedi.
“Açılım” konusunu konuşmaya başladığımız günleri hatırlayalım. Hükümet bunun adını önce “Kürt açılımı” diye koydu. Sonra vazgeçti “demokratik açılım” dedi. Son adı ise “milli birlik projesi”!
Ve şimdi bunu hayata geçirmediği için muhalefeti sorumlu tutuyor, “Gelin içini doldurun” diyor.
Hükümet, şikâyet etme yeri değildir, bunu unutmaması gerekir.
TBMM’de yeterli çoğunluğu olan bir hükümetin memleketin geleceği için hayati önemde gördüğü bir projeyi uygulamaya geçmeyip, muhalefeti suçlamaya devam etmesi, bana, ne yapacağını kendisinin de bilmediğini düşündürtüyor.

Çevre Bakanlığı’ndan ‘gürültü’ açıklaması

GEÇEN gün Çevre ve Orman Bakanlığı’nın eğlence yerlerinde başlattığı gürültü incelemesi ile ilgili olarak yazdığım bir yazıda, bakanlığın bunu gürültü ile mücadele için değil, belli bir eğlence anlayışını yok etmek için yaptığını belirtmiştim.
Çevre ve Orman Bakanlığı bir açıklama gönderdi.
Açıklamada benim dikkat çektiğim yüksek desibelli ezan sesi ile ilgili yetkilerin Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait olduğu belirtiliyor. “Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuya yönelik olarak 2007 tarihli Dış Genelgesi’nde ‘Hoparlörlerin ses düzeninin, ezanın çevrede duyulmasını sağlayacak fakat yakın komşuları da rahatsız etmeyecek şekilde ayarlanması temin edilecektir’ talimatını illere göndermiştir” deniliyor.
Bundan çıkardığım sonuç şu: Diyanet İşleri Başkanlığı usulen bir yazı yazmış, uygulanıp uygulanmadığını denetlemiyor!
Çevre Bakanlığı, kent içindeki gürültü kaynakları ile ilgili olarak “gürültü haritası” çıkarılmakta olduğundan söz ediyor. Bu çalışmaların ne zaman biteceği ise belirtilmemiş.
Sadece Bayrampaşa Belediyesi’nin taslak bir gürültü haritası çıkardığından söz ediliyor.
Açıklamada şöyle deniliyor: “Bakanlığımıza intikal eden bilgilere göre 2009 yılı itibarı ile Türkiye genelinde toplam 1758 yer gürültü açısından denetlenmiştir. Bunlardan 766 adedi işyeri, atölye, imalathane, 717 adedi eğlence yeri, 58 adedi sanayi tesisidir. 2009 yılı itibarı ile İstanbul’da toplam 216 yer çevresel gürültü yönünden denetlenmiş bunlardan 131’i eğlence yeri, geri kalan kısım ise işyeri, imalathane, atölye kapsamında olmuştur. Bu yıl itibarı ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nca 9 adedi eğlence yeri olmak üzere toplam 19 yer denetlenmiştir.”
Açıklama hakkına saygım nedeniyle bilgilerinize sunuyorum.

Liderlerin görüşmesi neyi çözecek?

ARTIK belli oldu sayılır, siyasi partilerimizin liderlerinin bir araya gelme olasılıkları bu kez de giderek uzaklaşıyor.
Başbakan’ın da bunu gönülden istediğini zannetmiyorum, yurtdışı dönüşünde kucağında bulduğu bir konuyu “Davet ederim” diye geçiştirdi. Bu tür görüşmelerin “davet” ile olmayacağını biliyor olmalıydı.
Liderlerin bir araya gelerek temel sorunlarımızı konuşmaları meselesi giderek bir fetişe dönüşmüş bulunuyor.
Ortada konuşulacak bir konu yoksa masaya konulacak ve üzerinde tartışılacak çözüm önerileri yoksa buluşup konuşsalar ne olur, konuşmasalar ne olur?
Ve böyle bir “paketin” de ortada olmadığını biliyoruz.
Mesele sadece ülkede giderek gerilen siyasi havanın yumuşatılması açısından önem taşıyor olabilir.
Bunu yapmak için de bir araya gelmelerine hiç gerek yok. Her salı günü TBMM gruplarındaki konuşmalarında, verdikleri demeçlerde üsluplarına dikkat etseler, bu sorun kendiliğinden çözülür zaten.
Daha önce çok yazdım: Normal şartlar altında bir hükümetin en son isteyeceği şey, ülkedeki siyasi tansiyonun artmasıdır. Siyasi tansiyonu artmış bir ülkenin yönetilmesi zordur ve hükümetler için olumsuz bir durumdur.
Ancak Başbakan, siyasi gerilimden beslendiğini düşünüyor. Bugüne kadar ortaya koyduğu siyaset yapma biçimi bana bunu düşündürtüyor.
Her gün asık bir yüz ifadesiyle esip kükremesini başka türlü açıklamak mümkün değil.
Başbakan bu tutumunu bırakırsa, siyasi tansiyonun nasıl düşeceğini de hep birlikte görebiliriz.