Salı sallanır!
SALI günleri tembellik yapmak isteyenlerin uydurduğu bir söz olsa gerek bu. Bir tür batıl inanış da diyebiliriz.
Uzunca bir süredir bu söze yeni bir anlam ve içerik kazandırıldığını düşünüyorum.
“Sallanır” kelimesine, “sallanmak” fiilinden değil de, argodaki “sallamak” fiilinden yüklenen bir anlam!
İşim gereği gün boyunca odamdaki televizyonda NTV ya da CNN Türk açık oluyor. Artık çoğu anlamsız “son dakikalar” haline de gelse, haberleri kaçırmamak için.
Ama artık salı günleri televizyonu açmak içimden gelmiyor, yanılıp da açtığımda kapatmak için telaş içinde uzaktan kumandayı arıyorum.
Çünkü salı günleri artık “serbest sallama” gününe dönüştü.
Partilerin grup toplantıları yapılıyor, bunların çoğu canlı yayımlanıyor ve bir salonda toplanmış insanlara hitaben konuşan bir parti lideri sanki meydanlarda yüz binlere sesleniyormuş gibi bir üslupla esip kükrüyor!
Teorik olarak partilerin grup toplantıları, parti politikasının tartışılacağı, gündemdeki konular ile ilgili fikirlerin geliştirileceği, milletvekillerinin parti politikalarının oluşturulmasında etkin bir rol almasına olanak sağlayacak toplantılar olmalı.
Ama böyle olmuyor.
Partinin lideri kulakları tırmalayacak şekilde konuşuyor, milletvekilleri de huşu içinde, bazıları da gözyaşlarını tutamayarak bu konuşmayı dinliyorlar.
Bu tutumun parti propagandası açısından da bir işe yaradığını düşünmüyorum.
Çünkü izleyebildiğim kadarıyla insanlar artık bu bağırış çığırıştan sıkılıyorlar ve bunları oturup da sonuna kadar merakla izleyen birisi de pek kalmadı.
Başta Başbakan ve Devlet Bahçeli olmak üzere parti liderlerimiz, bu konuda bir bağımsız araştırma yaptırsalar iyi olur diyorum.
Hem biz kurtuluruz, hem de memleketin her salı sabahı sanki iç savaş çıkmış duygusuna kapılmasının önüne geçeriz!
‘Randevu alıp gitmek’ daha doğru olur
? BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, “Salı sallanır” toplantısında “Liderler bir araya gelip terörü konuşsunlar” beklentisine şöyle bir yanıt verdi:
“En kısa zamanda davetimi yapacağım, bakalım kimler gelecek göreceğiz. Bizim bugün de çekincemiz, kompleksimiz yok. Bizimle görüşmek isteyenler, eğer sürece katkı sağlamak isteyenler varsa, bugün de partimizin de, başbakanlığımızın da dinlemeye hazır olduğunu belirtmek isterim.”
Doğrusunu söylemek gerekirse öyle bir ifade ki zaten bu toplantıları en başından yapılamaz hale getiriyor.
Gerçekten bir araya gelip, oturup meseleleri konuşmak isteyen bir kişinin üslubu böyle olmaz.
Eğer bir “yuvarlak masa toplantısı” düşünülüyor da bütün liderler aynı anda, aynı yerde toplanmak isteniyorsa evet, “davet” uygundur.
Ama liderler ile teke tek görüşülecekse, doğru olan randevu alıp görüşülecek kişiye gitmektir. “Gelin bekliyorum, görüşelim” demek uygun bir davet biçimi değildir.
Eşitler arası bir ilişkiden söz ediyorsak, ki parti liderleri açısından durum böyle görülmelidir, doğrusu “Ayağıma gelin” tutumu takınmak olmaz.
Bunu yapabilecek bizim devlet düzenimizde sadece Cumhurbaşkanlığı makamıdır. O davet eder, herkes de gocunmadan gider, görüşlerini söyler.
Başbakan’a bu gerçeği partisinin içinden söyleme cesaretinde olacak kimse çıkmaz. Ben söylemiş olayım da milletin “Artık bir araya gelsinler” dileğinin gerçekleşmesine küçük bir katkım olsun.
3 milyon çocuğun sağlığı önemli değil mi?
MİLLİ Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, kendisinden önceki Bakan Hüseyin Çelik döneminde getirilen SBS sisteminin kaldırıldığını açıkladı ve “Tek sınava dönüyoruz” dedi.
Üç sınavlı sistem çocuklarda stres yaratıyormuş, gelişimlerini olumsuz yönde etkiliyormuş, öğrencileri dershanelere yönlendirip okulların eğitimdeki merkeziliği ilkesini bozuyormuş!
Hatırlayalım, aynı partinin bundan önceki bakanı bu sistemi “Eğitim düzenimizde devrim” diye nitelemişti!
Meğerse “devrim” dediği uygulama çocuklarımızı mahvediyormuş!
Bu mahvolan hayatların bedelini kim ödeyecek, orası meçhul. Aynı zatı bir sonraki dönem yine Milli Eğitim Bakanı olarak görürseniz de şaşırmayın sakın. Bizde bu işler böyle yürür. Bizim demokrasimizde, siyasal sorumluluk, karşılığı asla ödenmeyen bir boş kavramdır!
Bakan Çubukçu demek ki bu sistemin zararını fark etmiş ve düzeltiyor. Kendisini kutlarım ama bir sorum var:
Bakan’ın açıklamalarından öğreniyoruz ki 3 milyon çocuk eski sistemle sınavlara girmeye devam edecekler.
Bunda bir gariplik yok mu? Madem bu sistem çocukların gelişimini olumsuz etkiliyor, sağlıklarını bozuyor, o 3 milyon çocuğu da bundan kurtarmak gerekmiyor mu?
Bakanlıkta, bir ara çözüm bularak bu meseleyi halledebilecek çapta eğitimcimiz yok mu?
Yoksa o çocuklara şöyle mi diyeceğiz: “Kusura bakmayın çocuklar. Siz Hüseyin Amcanızın kurbanı olarak iki sene daha sınavlara girmeye ve sağlığınızı bozmaya mahkûm edildiniz! Nimet Teyzeniz, kendi dönemindekilerden sorumlu, sizlerden değil!”