İslam Barış Gücü mü dediniz?
İSLAM Konferansı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, bir ortak İslam Barış Gücü oluşturmak istediğini ancak bazı İslam ülkelerinin öneriyi kabul etmediklerini dün Hürriyet’te açıkladı.
Bu “Barış Gücü”nün ne işe yarayacağı ve nasıl bir ortak çıkar için kullanılacağı ayrı mesele. İslam ülkeleri arasında böyle bir “ortak çıkar” pek görülmüyor çünkü.
Ama asıl ilginç olan iki unsur var İhsanoğlu’nun sözlerinde.
Birincisi şu: İhsanoğlu, bu Barış Gücü projesi için “ulemayı” toplamayı düşünüyormuş!
Yani din bilginleri toplanacak, bir ortak silahlı güç kurmanın dinin bir gereği olduğunu söyleyecek ya da buna yakın bir yorum getirecek ve Barış Gücü kurulacak!
Laik bir ülkenin kontenjanından Genel Sekreter seçilen birisi için tuhaf bir yaklaşım.
Batı dünyası “medeniyetler çatışması”nı tartışırken, dini gerekçelerle ortak bir silahlı güç kurma hayaline ise ne demeli bilmiyorum!
İkincisi şu: İhsanoğlu, Afganistan sorununun çözümünde Taliban’ın devre dışı bırakılamayacağını söylüyor. “Taliban, Afgan milletinden doğan bir siyasi güç olarak denklemin bir yerinde olmalı. Bunlar şiddete başvuruyorlar, bu tasvip edilemez fakat bunları denklemin dışında bıraktığınız zaman çözüm zorlaşıyor” diyor.
“Taliban” yerine malum örgütü, “Afgan” yerine “Kürt” kelimesini koyup yeniden okuyun, bakalım ne çıkıyor?
Türkiye adına o kurumda genel sekreterlik yapan bir kişinin görüşü bu ise, Türk hükümetinin görüşü nedir?
Reyting uğruna ne değerler batıyor!
ALİ Eyüboğlu, dünkü Milliyet’te, bir televizyon yapım şirketinin Mehmet Ali Ağca’ya bir dans yarışmasında yarışmacı olmasını teklif etmeye hazırlandığını yazdı.
Okurken gözlerime inanamadım. “Abdi İpekçi’yi bir kere öldürmek yetmemiş” demek ki diye düşündüm.
Yapımcı, kendisini şöyle savunuyor:
“Tüm dünyada tanınan biri! Yarışmada yer almasında mahzur görmüyorum. Benim için Ağca da bir, bir başkası da. İşlediği suçun cezasını çekti çünkü.”
Önce şunu düzeltmek gerek: Ağca’nın çektiği hapis cezasının çok büyük bölümü Abdi İpekçi cinayeti ile değil, Papa’yı vurmuş olması ile ilgili.
Türkiye’de hapis yattığı süre, işlediği cinayetin asla karşılığı olamayacak kadar az bir süre.
Türkiye’de vicdan sahibi insanların, Ağca’nın serbest kalmasından rahatsızlık duymalarının nedeni de bu.
Ve diyelim ki yapımcı haklı, Ağca cezasını çekmiş olsun.
Bu durumda bile bir katilin, sadece “dünyaca tanınıyor” denilerek bir televizyon yıldızına dönüştürülmesi hangi değere sığıyor?
İki trafik kazası, iki ayrı ceza
GEÇEN gün gazetelerde Amerika’da alkollü olarak kullandığı araçla trafik kazası yaparak iki kişinin ölümüne neden olan bir Türk genci ile ilgili bir haber yayımlandı.
Söz konusu sürücünün “birinci dereceden cinayet” ile yargılanacağı belirtiliyordu.
Yani kasten adam öldürmek!
Bundan bir-iki gün önce de yine bizim gazetelerde bir başka trafik suçlusu ile ilgili haber vardı.
Alkollü olarak kullandığı araç ile kaza yapıp iki kişinin ölümüne neden olan sürücü ile ilgili Adli Tıp raporu geciktiği için, sürücü altı ay hapis yattıktan sonra serbest bırakılmış!
Aracını bir tür cinayet silahına dönüştüren iki kişiden ABD’de yaşayanı “kasten adam öldürmek” suçundan yargılanacak, muhtemelen 20 seneden az hapis yatmayacak, Türkiye’de yaşayanı şu anda serbest olarak dolaşıyor! Mahkûm olsa da üç-beş sene içinde cezasını çekip çıkacak!
Çok açık ki yargıçlar ellerindeki yasaları, insanların yaşam haklarını korumak için kullanamıyorlar, yasaların yapısı buna engel oluyor.
Görev TBMM’ye düşüyor.
Cezaları ağırlaştırarak belki trafik kazalarının önüne tümüyle geçebilmek mümkün değil ama alkollü ve aşırı süratli araç kullanarak ölümlere yol açanların, bu işe kalkışmadan önce iki kere düşünmelerini sağlayabilmek mümkün.