O avcının üzerine atılan bir avdı!
EMMANUELLE filminin çekildiği yıl ben 18 yaşındaydım.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin birinci sınıfında öğrenciydim, kadın bedeninin bir ticari meta olarak sunulmasına ideolojik olarak şiddetle karşıydım.
Bu film ile ilgili ilk gazete haberlerini okuduğumda da “İşte” demiştim, “kapitalist düzen tüketilecek bir beden daha yarattı”!
Sonra onu gördüm.
Hasır bir koltukta oturuyordu. O koltuğun benzerlerinin yıllar sonra Florya civarındaki mobilyacılarda “Emmanuelle koltuğu” ismiyle satıldığını da gördüm.
Çıplaktı, bacak bacak üstüne atmıştı, beline dolanmış bir tül gecelik gibi bir şey de hatırlıyorum.
O güne kadar öğrendiğim kalıpların hiçbirine uymuyordu.
Masum bir görünüşü vardı.
Sanki bahçede top oynayan oğlan çocuklarını evinin penceresinden seyreden yeniyetme bir kız!
“Soft” ya da “hard” olsun fark etmez, klasik pornoda kadınlar da erkekler de esasen gerçek gibi görünmezler. Zaten ağır bir şiddet ve kadını aşağılayan durum vardır, ben seyredemem.
Sylvia Kristel’in hem bu kadar masum görünüp hem de öyle bir filmde oynayabilmesini kavrayamamıştım. Dedim ya bildiğim hiçbir tanımın içine sığmıyordu.
Amerika’nın en ünlü sinema eleştirmenlerinden biri şöyle yazmış, Emmanuelle’yi seyrettikten sonra: “Erotik filmlerin birçoğunda oyuncular ölümlülerin sıradan beceriksizliklerine o kadar uzak, en alışılmadık cinsel keşifleri o kadar umursamazca yaparlar ki önünde sonunda bir karikatüre dönüşürler. Kristel ise gerçekten hikâyenin içinde mevcutmuş, bu keşfin heyecanını bizim kadar içselleştirmiş gibi duruyor.”
Farkı buydu ve öldüğü gün bile Sylvia değildi, gazetelerde haberler “Emmanuelle uykusunda öldü” diye yayımlandı.
Kendi yaşamöyküsünü anlattığı kitabında da zaten bunu yazmış: “Ben sessiz film oyuncusuyum, sadece bir vücudum. Rüyalara aidim, hayal kırıklığı yaratabilecek rüyalara!”
Sylvia Kristel’in “Ben sadece bir vücudum” sözlerini okuduğum zaman, sanıyorum ki 4–5 yıl kadar oluyor, bunun nasıl olup da mümkün olabileceğini çok düşündüm.
Bir kadın sadece bir vücuttan mı ibarettir? “Göğüs/kalça/bel” oranının düzgün olmasından ibaret bir ten midir?
Benim yanıtımı bu köşeyi takip eden okuyucuların tahmin edebilmeleri çok zor değil. Hayır, bir kadın bir vücuttan daha fazlasıdır ve zaten bir erkeğin bir kadına ilgisinin neden kaydığını açıklayabilecek şey de kadının vücudu ile ilgili değildir.
İlk çekim için belki “güzellik” önemlidir ama “güzel” diye tanımladığımız kadın tipi her erkeğe göre de değişen bir durumdur.
Herkesin güzel tanımı farklıdır, ilgisi kendi tanımına uygun güzellere kayar.
Yolda, işyerinde ya da filmde gördüğünüz kadınların hepsi de esasen bir maskeden ibarettirler.
Bu maske her türlü havaya bürünebilir: Modayı izler, basmakalıp fikirleri benimseyebilir, kibarlık olsun diye anlattıklarınıza gülebilir, ağır siyasi yorumlar yapabilir.
Ama gerçek benliğini sadece ve sadece bir tek erkeğe açar ki, o da sevgisini verdiği, âşık olduğu erkekten başkası değildir.
Onlar biz erkeklerden farklı olarak sırtlarını dış dünyaya döner ve sadece kendilerine ait olana açılırlar.
İnsan türünün erkeği ne yazık ki dişisine göre daha yüzeyseldir, yapacak bir şey yok.
Bu yüzden de kadınlar, erkeklere göre “romans” yaşamaya daha meraklıdır, daha açtır.
Birçok kadının karşılaştıkları erkekleri “Seksten başka bir şey düşünmüyor” diye eleştirdikleri bir dünyada, kendine “romantik” süsü veren erkeklerin daha revaçta olmalarında da şaşılacak bir durum yok tabii.
Bu konulardaki “üstadım” Gasset erkeklerin sevgiyi, öncelikle sevilme yolunda şiddetli bir arzu şeklinde hissettiklerini söylüyor.
“Oysa kadın için önde gelen deneyim, sevginin kendisini, kendisinden sevgilisine doğru akan sıcak ışıltıyı ve içinden ona doğru gelen itilişi yaşamaktır” diye yazıyor.
“Normal kadın”ı, avcının üzerine atılan bir “av” olarak tanımlıyor.
Sylvia Kristel’i kendisinden önce ya da sonra gelenlerden ayıran en önemli şey de buydu sanırım.
O avcıların üzerine atılan gönüllü bir avdı.
Bu yüzden hepimizin kalbinde bir yer edinebildi.
Aramızda deyim yerindeyse bir “ten uyumu” oluşmuştu.
Hep dokunmak isteyeceğin, sen maç seyrederken kanepede göğsüne yatıp uyumasını isteyeceğin, gol olduğunda da onu uyandırmamak için sevincini içinden yaşamaya kendini zorladığın bir kadındı.
Büyüsü doğallığında gizliydi.
Teslim olmaya hazır, senin için her şeyi yapabilecek, ama sadece senin için ve senin izin verdiğin kadar yapabilecek bir kadın!
Onu hep 1974 senesindeki haliyle hatırlayacağız.
Uçağa bindiğimizde yan koltukta onun oturduğunu düşüneceğiz.
Bardaktan boşanırcasına yağan tropik bir yağmurun altında pardösümüze sıkı sıkı sarılırken onunla çamurların içinde yuvarlandığımızı hayal edeceğiz.
Çekişmeli bir tenis maçından sonra ter içinde soyunma odasına girdiğinde belki de elbise dolaplarının arkasında göreceğiz kendimizi.
Bir kimliksiz vücut olarak bize sevdiğimiz kadınları düşündürtecek.
Toprağı bol olsun!