Önce Başbakan yumuşamalı
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın ortamı yumuşatmak için söylediği “73 milyonun Başbakanıyım” sözlerinin mürekkebi kurumamıştı ki Berlin’deki olay cereyan etti.
Gördük ki, “ortamın yumuşamasından önce” Başbakan’ın bizzat kendisini yumuşatması gerekiyor.
Başbakan üzerindeki bu gerilimden kurtulmadığı sürece en büyük zararı da kendisine verecek. Ancak sinirlerinin zayıflığı, bunu bile görmesine engel oluyor.
Başbakan’ın bir provokasyon olduğu çok açık bir soruyu yanıtlamaya çalışırken Türkiye Cumhuriyeti’nin bir büyükelçisine karşı takındığı tutum ve üslup, ne devlet gelenekleriyle bağdaşıyor, ne de en temel yöneticilik ilkeleriyle.
Yirmi yıldan fazla süredir uygulanmakta olan bir genelgeden haberdar olmaması ise işin bir başka boyutu.
Vatandaşların pasaportlarına konulacak fotoğrafların, yüz hatlarını hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyması gerekliliği ise sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin tercihlerinden kaynaklanmıyor.
Pasaportunuzun dünyanın herhangi bir yerinde geçerli olabilmesinin koşullarından biridir bu.
Ve değil bir genelge, yüz genelge de yayınlansa aksi kabul ettirilemeyecek bir gerçek bu.
Öyle görünüyor ki aksini ne kadar iddia etmeye çalışırsa çalışsın “türban” konusu Başbakan’da bir tür fiksasyona dönüşmüş durumda.
Gazetecileri suçlamanın dayanılmaz hafifliği
EĞER Türkiye’de yaşıyorsanız ve “küçük bir oyunda önemli kişiyseniz” mutlaka bilmeniz gereken bir Murphy Kuralı var: İşler yolunda gitmiyorsa önce gazetecileri suçla!
Spor kulüplerinden tutun da en ciddi kuruluşlara kadar her yerde yöneticilik yapmanın temel kurallarından biri bu.
Bir örneğini de Atatürk Havalimanı’nda gümrük antrepolarını enkaz haline getiren yangından sonra yaşıyoruz.
Atatürk Havalimanı’nda gazetecilerin aprona çıkmaları artık yasak!
Önceki gün akşam saatlerinde konulan yasak, dün daha da genişletilerek, bina dışından da fotoğraf ve görüntü çekilmesi yasağına dönüştürüldü.
Enkaz kaldırma çalışması yapmak için getirilen dev vinci görüntülemek isteyen gazeteciler, polis tarafından engellendi.
Hatırlayacaksınız, 17 Ağustos depreminde de Atatürk Havalimanı’nda görev yapan gazetecilere, deprem yardımlarının olay yerine aktarılması sırasındaki karmaşayı görüntüledikleri için bir süre aprona çıkma yasağı getirilmişti.
Gazeteciler, halkın bilgi alma hakkını karşılamak için bu tür yerlerde bulunuyorlar, kişisel zevkleri ya da merakları için değil.
Gazetecilerin çalışmalarını engelleyerek bazı gerçekleri halktan saklayabileceklerini düşünenlerin ise bugüne kadar başarılı olduklarının görülmediğini de belirteyim.
Da Vinci Şifresi’nden daha karmaşık
DANIŞTAY saldırısının ardından ortaya atılan “çete” iddiaları ve Emniyet kaynaklı enformasyon bombardımanı, birçok ayrıntının dikkatlerden kaçmasına yol açıyor.
En önemli husus, bunca haber arasında Danıştay saldırısını gerçekleştiren avukat ile bazı eski subayların da içinde bulunduğu “oluşumlar” arasında hálá elle tutulur bir bağlantının kurulamamış olması. Nitekim, böyle bir bağlantı kurulamadığı için Muzaffer Tekin de dün mahkeme tarafından serbest bırakıldı.
Deniz Baykal’ın bu iddiaları “ıvır zıvır” olarak niteleyip geçiştirmesi ne kadar yanlışsa, Başbakan ve bazı bakanların da bu iddialara “tek gerçekmiş gibi” sarılmaları da o kadar yanlış gibi geliyor bana.
Öte yandan geçen gün de yazdığım gibi şu önemli sorunun yanıtını hálá alabilmiş değiliz:
Gazeteler, istihbarat raporlarına dayanarak söz konusu “çetenin” teknik takip altında olduğunu yazdılar.
Mahkeme kararıyla izlenen bir “çetenin” nasıl olup da bu izleme sürerken böyle bir saldırıyı gerçekleştirebildiği, bunun neden önlenmediği hálá bir sır olarak ortada duruyor.
Danıştay saldırısının tetikçisi yakalandıktan birkaç saat sonra, bazı gazetelerin muhabirlerine, saldırganın Cumhuriyet Gazetesi’ne saldıranlardan biri olduğunun bazı polis yetkililerince fısıldandığı da bir başka ilginç bilgi olarak hafızalarımızda durmalı.
Saldırının ertesi günü yayımlanan bazı gazetelerde bu “bilgi kırıntısının” yer almış olması akla şu soruları da getiriyor: Cumhuriyet Gazetesi’ne saldıranın kim olduğu bilindiğine göre neden daha önce yakalanamadı? Yakalansaydı, Danıştay saldırısı gerçekleşebilir miydi?
Görülüyor ki “Da Vinci Şifresi”nden daha karmaşık bir tablo var karşımızda.
Ama bu şifreyi gerçekten çözmek isteyen var mı, bundan ciddi olarak kuşku duyuyorum.