Orta yol partisi!
GEÇEN akşam Ertuğrul Özkök ile sohbet ederken bir şey fark ettik.
Birbirimizi aşağı yukarı 40 yıldır tanıyoruz.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin ikinci sınıfında öğrenciyken Yankı dergisinde gazeteciliğe başladım. Bu meslekte öğrendiğim birçok şeyi de o dönemde Mehmet Ali Kışlalı’dan öğrendim.
Ertuğrul da genç bir üniversite hocası olarak dergiye çeviriler yapar, dergide hazırladığımız ve önemli bölümü gazete kupürlerinden oluşan haber dosyalarını okur ve yeniden yazardı.
O günden beri de arkadaşız, Hürriyet’e Genel Yayın Müdürü olduğu ilk yıllarda da ben de Genel Yayın Müdürü Yardımcısı idim, birlikte çalıştık.
Sohbet sırasında fark ettiğimiz şey şu oldu: Bunca yıldır birlikte yemek yedik, oturup sohbet ettik, yolculuklarda uzun zaman geçirdik ama hiç politika konuşmadık.
Filmlerden, okuduğumuz kitaplardan ya da yazılardan söz ettik. Seyahatlerimizi anlattık. Fenerbahçe’yi kurtardık.
Konuştuğumuz memleket meseleleri ise genellikle mimari estetik yoksunluğu, köylülüğün ve lümpenleşmenin Türkiye’yi esir alması gibi konular.
İçtiğimiz içkiler üzerine konuştuk, güzel kadınlardan söz ettik ama hiç politika konuşmamışız.
Konuştuysak bile belli ki en fazla bir–iki cümle olmuş, hatırlamıyoruz bile.
Dün akşam da yine gazeteci yakın iki arkadaşım ve eşleriyle yemek yedim.
Gecenin sonunda fark ettiğim şey yine aynıydı: Hiç politika konuşmuyoruz.
Evet hepimizin kendimize göre fikirleri var, hatta biri ile tam ters siyasi pozisyonlardayız ama konu Nicole Kidman’ın o eşsiz yüzünü botokslarla, estetik operasyonlarla ne hale getirdiğine bile gelebiliyor ama “Ne olacak bu memleketin hali” sorusunu birbirimize hiç sormuyor, üstün fikirlerimizle nutuk atmaya girişmiyoruz.
Bunun üzerine dün bir–iki arkadaşımı daha aradım ve sordum: Ben politika konuşmaktan hoşlanmıyorum diye sizle konuşmuyor olabiliriz ama başka arkadaşlarınızla oturduğunuzda politika konuşuyor musunuz?
Yanıtları beni hiç şaşırtmadı: Hiç konuşmuyoruz!
Birçok kişi de sanırım bizler gibi davranıyor.
Oysa memleketin gazetelerine, televizyonlarına bakarsanız, Türkiye aklını siyaset ile bozmuş insanların yaşadığı bir ülke olmalı.
“O ses” sürekli kulağımızda yankılanıyor. Aynı nutuklar gün boyunca televizyonlarda defalarca yayınlanıyor, yetmiyor ertesi gün de gazetelerde aynı sözler çarşaf çarşaf yayınlanıyor.
Biz vatandaşların günlük hayatta konuştuklarımız ile gazete ve haber televizyonlarının gündemi birbirini hiç tutmuyor.
İnternet sitelerinde en çok tıklanan haberler de politik haberler değil. 365 günün en az 350’sinde “en çok okunan ilk on haber” arasında politikacıların demeçleri olmuyor.
Bir tür depolitizasyon sürecinden geçiyoruz sanki.
Memleketin bin tane sorunu var ve bu sorunu çözebilmenin yolu siyaset yapmaktan, siyaset konuşmaktan geçiyor oysa.
Mesele siyasetin Türkiye’deki yapılma biçiminden kaynaklanıyor.
Sorunlara çözüm bulmak, tartışıp bir orta yolda buluşmak yerine tahakküm etmek, kendi fikrinden başkasına kulaklarını kapatmak ve hatta başkasını yok saymak, bizde siyaset yapmak zannediliyor.
Gazetelerde okuyorum, yeni bir parti kurulacakmış, siyasetin merkezinde mi olacakmış, milli mi olacakmış vs.
Bildiğimiz yüzler, bildiğimiz sözler.
Bana öyle geliyor ki esasen Türkiye’nin ihtiyacı demokrasiyi özümsemiş gerçek bir “orta yol partisi”.
Ezberlenmiş doğruları benimseyip onu tekrar eden bir parti yerine ezberi bozan, tartışarak orta yolu bulan bir parti.
Siyaseti, devlet hazinesinden yandaş zenginler yaratmak için değil, sorunlarımıza gerçekçi çözümler üretmek için yapan bir parti.
Rahmetli anneannem “çok hayalci” bir çocuk olduğumu söylerdi, bu yaşıma geldim “içimdeki hayalci çocuk” hâlâ aynı.
GÜVEN TESTİ!
İSİMLER önemli değil, çünkü bir polemiğe yol açmak ve kimseyi özellikle de futbolcuyken yeteneklerine hayran olduğum bir eski futbolcu olan erkeği kırmak istemem.
Tanınmış bir oyuncu olan sevgilisi ile bir fotoğraflarını Instagram’da paylaşmışlar.
İkili bir havuzun kenarında duruyor. Erkek, kızı tişörtünden tutmuş, kız herhangi bir yerden destek almadan bütün vücudunu öne doğru eğebildiği kadar eğmiş.
Düştü düşecek bir görüntü. Tişört yırtılabilir, tişörtten tutan erkek yorulup bırakabilir vs.
Bu fotoğrafın altına da şu yorumu yapmışlar:
Kadın: “Güvenebileceğin kadar seversin. Teslim olabildiğin kadar da ait.”
Erkek: “Güvenmek ne derin bir kelime, aşktan da öte.”
Fotoğraf, ikilinin güven testini geçtiğini göstermek üzere yayınlanmış zaten.
Ama bir sorum var: Fotoğraftaki kadın, düşecek olursa bir yüzme havuzuna düşecek.
Tehlike yok yani, yüzme bildiğini varsayıyorum tabii.
Sorum şu: Aynı testi, bir mermer zeminde tekrarlamak daha mı inandırıcı olur?
İNSAN SEVGİLİSİNDEN UTANIR MI?
TANINMIŞ bir genç kadın ile yeni erkek arkadaşı İstanbul’da bir gece kulübüne gitmişler.
Kadın dışarı yalnız çıkmış, bakmış kimseler yok, sevgilisini de çağırmış.
Erkek de dışarı çıkınca pusuya yatmış paparazzilerin flaşları patlayıvermiş, dün Kelebek’te fotoğrafları yayınlandı.
Erkek bunun üzerine sevgilisine tepki göstermiş: “Sana dedim ayrı ayrı gidelim diye!”
Bu âdet bir süredir magazin âleminde yerleşmiş gibi: Kadın ile erkek bir yere gidiyorlar, paparazzileri görünce erkek kadını ortalıkta bırakıp kaçıyor.
Merak ediyorum: Birlikte görünmeye utanıyorsanız, niye sevgili oluyorsunuz?
Gecenin bir vakti sokağın ortasında sizi bırakıp kaçarcasına uzaklaşan bir erkekle ya da kadınla niye görüşüyorsunuz?
Bir türlü çözemiyorum bu bilmeceyi.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin ikinci sınıfında öğrenciyken Yankı dergisinde gazeteciliğe başladım. Bu meslekte öğrendiğim birçok şeyi de o dönemde Mehmet Ali Kışlalı’dan öğrendim.
Ertuğrul da genç bir üniversite hocası olarak dergiye çeviriler yapar, dergide hazırladığımız ve önemli bölümü gazete kupürlerinden oluşan haber dosyalarını okur ve yeniden yazardı.
O günden beri de arkadaşız, Hürriyet’e Genel Yayın Müdürü olduğu ilk yıllarda da ben de Genel Yayın Müdürü Yardımcısı idim, birlikte çalıştık.
Sohbet sırasında fark ettiğimiz şey şu oldu: Bunca yıldır birlikte yemek yedik, oturup sohbet ettik, yolculuklarda uzun zaman geçirdik ama hiç politika konuşmadık.
Filmlerden, okuduğumuz kitaplardan ya da yazılardan söz ettik. Seyahatlerimizi anlattık. Fenerbahçe’yi kurtardık.
Konuştuğumuz memleket meseleleri ise genellikle mimari estetik yoksunluğu, köylülüğün ve lümpenleşmenin Türkiye’yi esir alması gibi konular.
İçtiğimiz içkiler üzerine konuştuk, güzel kadınlardan söz ettik ama hiç politika konuşmamışız.
Konuştuysak bile belli ki en fazla bir–iki cümle olmuş, hatırlamıyoruz bile.
Dün akşam da yine gazeteci yakın iki arkadaşım ve eşleriyle yemek yedim.
Gecenin sonunda fark ettiğim şey yine aynıydı: Hiç politika konuşmuyoruz.
Evet hepimizin kendimize göre fikirleri var, hatta biri ile tam ters siyasi pozisyonlardayız ama konu Nicole Kidman’ın o eşsiz yüzünü botokslarla, estetik operasyonlarla ne hale getirdiğine bile gelebiliyor ama “Ne olacak bu memleketin hali” sorusunu birbirimize hiç sormuyor, üstün fikirlerimizle nutuk atmaya girişmiyoruz.
Bunun üzerine dün bir–iki arkadaşımı daha aradım ve sordum: Ben politika konuşmaktan hoşlanmıyorum diye sizle konuşmuyor olabiliriz ama başka arkadaşlarınızla oturduğunuzda politika konuşuyor musunuz?
Yanıtları beni hiç şaşırtmadı: Hiç konuşmuyoruz!
Birçok kişi de sanırım bizler gibi davranıyor.
Oysa memleketin gazetelerine, televizyonlarına bakarsanız, Türkiye aklını siyaset ile bozmuş insanların yaşadığı bir ülke olmalı.
“O ses” sürekli kulağımızda yankılanıyor. Aynı nutuklar gün boyunca televizyonlarda defalarca yayınlanıyor, yetmiyor ertesi gün de gazetelerde aynı sözler çarşaf çarşaf yayınlanıyor.
Biz vatandaşların günlük hayatta konuştuklarımız ile gazete ve haber televizyonlarının gündemi birbirini hiç tutmuyor.
İnternet sitelerinde en çok tıklanan haberler de politik haberler değil. 365 günün en az 350’sinde “en çok okunan ilk on haber” arasında politikacıların demeçleri olmuyor.
Bir tür depolitizasyon sürecinden geçiyoruz sanki.
Memleketin bin tane sorunu var ve bu sorunu çözebilmenin yolu siyaset yapmaktan, siyaset konuşmaktan geçiyor oysa.
Mesele siyasetin Türkiye’deki yapılma biçiminden kaynaklanıyor.
Sorunlara çözüm bulmak, tartışıp bir orta yolda buluşmak yerine tahakküm etmek, kendi fikrinden başkasına kulaklarını kapatmak ve hatta başkasını yok saymak, bizde siyaset yapmak zannediliyor.
Gazetelerde okuyorum, yeni bir parti kurulacakmış, siyasetin merkezinde mi olacakmış, milli mi olacakmış vs.
Bildiğimiz yüzler, bildiğimiz sözler.
Bana öyle geliyor ki esasen Türkiye’nin ihtiyacı demokrasiyi özümsemiş gerçek bir “orta yol partisi”.
Ezberlenmiş doğruları benimseyip onu tekrar eden bir parti yerine ezberi bozan, tartışarak orta yolu bulan bir parti.
Siyaseti, devlet hazinesinden yandaş zenginler yaratmak için değil, sorunlarımıza gerçekçi çözümler üretmek için yapan bir parti.
Rahmetli anneannem “çok hayalci” bir çocuk olduğumu söylerdi, bu yaşıma geldim “içimdeki hayalci çocuk” hâlâ aynı.
GÜVEN TESTİ!
İSİMLER önemli değil, çünkü bir polemiğe yol açmak ve kimseyi özellikle de futbolcuyken yeteneklerine hayran olduğum bir eski futbolcu olan erkeği kırmak istemem.
Tanınmış bir oyuncu olan sevgilisi ile bir fotoğraflarını Instagram’da paylaşmışlar.
İkili bir havuzun kenarında duruyor. Erkek, kızı tişörtünden tutmuş, kız herhangi bir yerden destek almadan bütün vücudunu öne doğru eğebildiği kadar eğmiş.
Düştü düşecek bir görüntü. Tişört yırtılabilir, tişörtten tutan erkek yorulup bırakabilir vs.
Bu fotoğrafın altına da şu yorumu yapmışlar:
Kadın: “Güvenebileceğin kadar seversin. Teslim olabildiğin kadar da ait.”
Erkek: “Güvenmek ne derin bir kelime, aşktan da öte.”
Fotoğraf, ikilinin güven testini geçtiğini göstermek üzere yayınlanmış zaten.
Ama bir sorum var: Fotoğraftaki kadın, düşecek olursa bir yüzme havuzuna düşecek.
Tehlike yok yani, yüzme bildiğini varsayıyorum tabii.
Sorum şu: Aynı testi, bir mermer zeminde tekrarlamak daha mı inandırıcı olur?
İNSAN SEVGİLİSİNDEN UTANIR MI?
TANINMIŞ bir genç kadın ile yeni erkek arkadaşı İstanbul’da bir gece kulübüne gitmişler.
Kadın dışarı yalnız çıkmış, bakmış kimseler yok, sevgilisini de çağırmış.
Erkek de dışarı çıkınca pusuya yatmış paparazzilerin flaşları patlayıvermiş, dün Kelebek’te fotoğrafları yayınlandı.
Erkek bunun üzerine sevgilisine tepki göstermiş: “Sana dedim ayrı ayrı gidelim diye!”
Bu âdet bir süredir magazin âleminde yerleşmiş gibi: Kadın ile erkek bir yere gidiyorlar, paparazzileri görünce erkek kadını ortalıkta bırakıp kaçıyor.
Merak ediyorum: Birlikte görünmeye utanıyorsanız, niye sevgili oluyorsunuz?
Gecenin bir vakti sokağın ortasında sizi bırakıp kaçarcasına uzaklaşan bir erkekle ya da kadınla niye görüşüyorsunuz?
Bir türlü çözemiyorum bu bilmeceyi.