‘Savaş’ üslubu doğru değil
İSRAİL hükümetinin haydutluğunun ardından ilk tepkilerin sade suya tirit olduğunu yazmıştım. Ben yazımı yazdıktan sonra gelen tepkiler, ilk yorumumun hatalı olduğunu ortaya koyuyor.
Belki ilk kez İsrail böylesine yaygın ve net olarak kınanıyor. Önce bu hatamı düzeltmiş olayım.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dün yaptığı konuşmayı televizyondan izledim.
Başbakan, konu ne olursa olsun, önemli ya da önemsiz her konuda benzer bir üslupla konuşuyor.
Ve doğrusunu söylememi isterse, bu da önemli konularda yapmak istediği vurguların öne çıkmasını engelleyen bir durum. Öte yandan böyle uluslararası bir olaya tepki gösterirken, “Yanlarına kalmayacak, hesabını soracağız” gibi bizim söylenmesine ama bir karşılığının olmamasına artık alıştığımız sözleri kullanması da ne kadar doğru bilmiyorum.
Biz bu tür sözleri duymaya ve arkasından bir şey yapılmadığına çok tanık olduk, ama dünya bunu bilmiyor olabilir.
İsrail ile bir savaşa tutuşacak değiliz herhalde!
İsrail hükümetinin bu haydutluğuna karşı mücadele elbette diplomatik ve uluslararası zeminlerde yürütülecek.
Böyle olduğu için de “tribünlere konuşmanın” faydası yok, zararı var.
Türkiye sadece ağır bir saldırıya uğrayan vatandaşlarının hakkını da koruyacak, Gazze’de işlenen insanlık suçunu da dünyanın gündeminde tutmaya devam edecek.
Ama bunu savaşarak değil, diplomasiyle yapacak. Akılda tutulması gereken en önemli konu bugün budur.
Gazeteleri hükümet mi dinletti?
ÖYLE bir ülkede yaşıyoruz ki normal demokratik bir memlekette olsa üzerinde aylarca tartışılacak ve o tartışmalardan sonuç çıkarılacak olaylar bile bir gün zor konuşuluyor.
Ertesi gün bakıyorsunuz bambaşka bir gündem var!
Bu yüzden hiçbir konu enine boyuna tartışılamıyor, gündem sabun köpüğü gibi kabarıp sönüveriyor.
Gazetecilikte “fikri takip” de bu yüzden önemli zaten.
Geçen gün ortaya çıktı ki Milliyet, Radikal, Posta ve Fanatik gazetelerinin bulunduğu binanın santral telefonları dinlenmiş. O santraldan o binada çalışan herkes konuşuyor.
Demek ki mahkeme “genel bir dinleme izni” vererek hukuka aykırı hareket etmiş.
O dinleme kayıtlarının ne olduğu da meçhul, çünkü dava da açılmadığı halde kimseye “Şu tarihler arasında dinlendiniz, suç bulunmadı, kayıtları imha ettik” yazısı da gönderilmemiş.
* Bir gazete binasında ne tür bir suçlu arıyorlardı ki “genel dinleme” yaptılar? Meçhul!
* Ellerinde hangi güçlü kanıtlar vardı ki, mahkeme istenen dinleme iznini kabul etti? Meçhul!
* Dinleme kayıtları ne oldu? Meçhul!
* Ellerinde telefon dinleme izni alabilecek kadar güçlü kanıtlar vardıysa o kanıtlarla ne yaptılar? Kimse bilmiyor, o da meçhul!
Sadece bu “meçhuller listesi” bile gösteriyor ki dinleme, bir suç takibi amacıyla yapılmamış.
Belli ki arkadaşlar gazetecilerin ne konuştuğunu merak ediyorlar.
O telefonlardan insanlar mahkemeleri hiç ilgilendirmeyen özel meseleleri dışında “haber için” ya da şirketin işleri için konuşuyorlar. Demek ki “merak edilen” bu olmalı.Böyle bir ülkede huzur içinde yaşanabilir mi? Bunun sorumlularından hesap sormak, bu ülkeyi yönetmek için işbaşına gelen hükümetin işi değil mi?
Yoksa o “meraklı arkadaşlar” bu işi hükümetin gözüne girmek için mi yaptılar?
Ben hiç sıkılmam aynı şeyi sorarım!
GEÇEN gün bir mahkemede ifade veren Eskişehir Emniyet Müdürü, tutuklu yargılanan ve son duruşmada serbest bırakılan eski Emniyet Genel Müdür Yardımcısı’nın adının dosyaya “sonradan” karıştırıldığını, soruşturmayı yürüten polisten duyduğunu söyledi.
“Açığımı yakalamak için telefonlarımı dinliyorlar” diye de ekledi. Hatırlayacaksınız, dün bu konuyu yazmıştım.
Şöyle bir ümidim vardı: Bu açıklama yalanlansın, “Hayır, böyle bir ekleme yapmadık, telefonları da dinlemiyoruz” denilsin.
Dün bu yazıyı yazdığım saate kadar bir açıklama gelmemişti.
Büyük olasılıkla da gelmeyecek. “Türk milleti çabuk unutur” kuralı bir kez daha açıklama yapmak zorunda olanlar için bir koruyucu kalkana dönüşecek.
Demek ki arada bir bunu tekrar hatırlatacağım. “Hep aynı şeyi yazıyorsun, sıkılmadın mı” diye soracak olanlara şimdiden söyleyeyim, sıkılmayacağım!