Savcı Bey HSYK’ya gitti, ‘Deniz Feneri Davası’ öksüz!
DENİZ Feneri Soruşturması’nı yürüten ve Almanya’nın ismini verdiği 58 kişiyi sorgulayan Ankara Cumhuriyet Savcısı Harun Kodalak’ın da son seçimler ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na seçildiğini öğrendim.
Kendisini kutlarım ve mesleki başarılarının devamını dilerim ama ben kişisel olarak hem endişelendim, hem mutlu oldum, hem de üzüldüm.
Endişelendim çünkü: Deniz Feneri Soruşturması zaten yılan öyküsüne dönmüştü. Almanya’da neredeyse ikinci dava bitecek, bizde hâlâ bir dava bile açılamadı.
Ortada iddianame yok, hırsızlar (varsa) çaldıklarını kemali afiyetle yemeye devam ediyorlar. Şimdi yeni savcı, onun dosyaya hâkim olması vs. derken birkaç yıl daha geçecek diye endişelendim. Almanya’da Türkler, Türklerin parasını çalıyor, Almanlar onları mahkûm ediyor ama Türkiye, onların buradaki suç ortaklarını henüz yargılamaya bile başlayamadı.
Mutlu oldum çünkü: Deniz Feneri soruşturması sırasında hazırlık soruşturmasının gizliliği ilkesine titizlikle uyuldu. İnsanları peşin suçlu ilan edecek telefon kayıtları, daha mahkemeye sunulmamış iddianame parçaları, sanıkların hazırlık soruşturması ifadeleri basına sızdırılmadı.
Biliyorsunuz özellikle İstanbul özel yetkili savcılığının soruşturmalarında buna hiç dikkat edilmiyor. Şimdi HSYK’da bu kurala titizlikle uyan bir savcı olduğuna göre, bundan sonra atanacak savcılar da kendilerini bu kurala uymak zorunda hissedebilirler.
Üzüldüm çünkü: Savcı Kodalak’ın Adalet Bakanlığı listesinden seçildiğini öğrenenlerin ağızları da elbette torba değil, büzemeyiz. Bu seçimin, Deniz Feneri soruşturmasının geciktirilmiş olmasının bir ödülü olduğu bile ileri sürülecektir. Savcılık makamına gelmiş bir kişinin bunlara tevessül edeceğini düşünmem şahsen ama böyle yorumların yapılabileceğini de bildiğim için üzüldüm! Keşke Savcı Bey, Deniz Feneri Davası bittikten sonraki dönemde aday olmuş olsaydı.
Bu provokasyon kimin işi?
ADANA’da Kanuni İlköğretim Okulu’nda türbanlı olarak derse girmek isteyen bir öğrenciye izin verilmedi.
8. sınıf öğrencisi T.Y.’nin 13 yaşında olduğu belirtiliyor. Öğretmenlerin izin vermemesi üzerine T.Y. okulu terk etmiş, bu sırada kim olduğu bilinmeyen bir kişinin olayı kamera ile çektiği gözlenmiş.
Okul yöneticileri eski öğrencileri olan T.B.’nin geçmiş yıllarda başı açık derse girdiğini ama son 15 gündür türban ile derslere girme yolunda istekte bulunduğunu belirtiyorlar.
Haberi okuyunca ve haberdeki “bir kişi de kamera ile görüntü aldı” ayrıntısını fark edince ilk anda bunun provokasyon amaçlı bir girişim olduğunu düşündüm.
Üniversitelerde türban sorunu çözüme doğru ilerlerken, iktidar ve muhalefet partileri bununla ilgili görüşüp, bir ortak nokta bulmaya yönelmişlerken, bu eylemin amacı toplumu tahrik etmekten başka bir şey olamaz.
Bu provokasyon kimin işidir diye düşündüm, işte üç “olağan şüpheli”.
1- Laiklik konusunda hassasiyetleri olanları sinirlendirip, CHP liderinin karşısına dikmek isteyenlerin işidir. Bir taşla iki kuş vurulur: Kemal Kılıçdaroğlu köşeye sıkıştırılır, türban işinin çözülmemiş olmasının sorumluluğu yine CHP’ye yıkılır. 8 ay sonraki seçimler için tepe tepe kullanılacak bir propaganda malzemesi elde edilmiş olur.
Yani bu AKP lehine bir provokasyon olabilir.
2- Yine aynı hassasiyeti tahrik ederek, AKP’nin laik düzeni yıkmak istediğinin bir örneği olarak kullanmak isteyen Ergenekon türü yapılanmaların işi olabilir. Ama bu artık uzak bir ihtimal! Dışarıda kimse kalmadı, askeri vesayet de bitti!
3- Türban meselesinin çözümünün şerefini AKP’ye bırakmak istemeyen, AKP dışındaki dinci örgütlenmeler de bu provokasyonu yapmış olabilirler.
Bu küçük kızcağızı böyle davranmaya yöneltenlerin kim olduklarını öğrenirsek iyi olur diye düşünüyorum.
Rövanş tamamdır: Asker türbana selam durdu!
AKP Kurucular Kurulu üyesi Fatma Ünsal, “TBMM’de başörtüsü için adım atmayacaksanız, kendi başıma hareket ederim” demiş.
Bunun üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gazetelere yansıyan yanıtı her şeyin bir zamanı var şeklinde.
Yanıtı tırnak içinde yazmadım, çünkü kapalı bir toplantıdan sızan bir haber ve kelime kelime öyle mi söylendi bilebilmem zor. Ama meali bu!
Ancak gelişmelere bakacak olursak da bu sözlerin böyle söylenmiş olması büyük olasılık.
AKP’nin bir açıkladığı, bir de açıklamadığı ajandası var ve açıklamadığı (gizli demiyorum) ajandasının uygulanması meselesi hep “zaman” ile ilgili.
Referandumdan sonra kendilerini güçlü hissedince bir YÖK manevrası ile üniversitedeki türban meselesine eğildiler. Doğru da oldu, bu yasağın demokratik bir ülkede sürdürülebilir bir yönü yoktu.
İkinci adımı Köşk attı. Eskiden “askerlerin hassasiyetlerine saygı” nedeniyle iki tane yapılan resepsiyonlar bire indirildi.
Son adım da dün atıldı. Hayrünnisa Gül, başında türbanı ile kırmızı halı üzerinde Alman Cumhurbaşkanı’nın eşine eşlik etti.
Böylece AKP bir rövanşı daha almış oluyor: Askerler, türbana selam durdu!
Bu seçimlerde sıranın Fatma Ünsal’ın derdine çözüm bulmaya geleceğini tahmin ediyorum.
Giderek türban yaşamımızın olmazsa olmaz bir parçası haline gelecek. Küçük şehirlerde giderek türban takmayan kadın kalmayacak, takmayana da kötü gözle bakılacak.
Böylece AKP’nin açıklanmamış ajandasındaki bir madde adım adım yürürlüğe girecek.
Bakalım ondan sonra bizi ne bekliyor? Aceleye gerek yok, her şeyin bir zamanı var!