Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Şehit cenazelerine daha çok saygı gösterelim

DÜN Hürriyet Yazı İşleri toplantısında, günün fotoğraflarını seçerken hepimizi derinden sarsan bir kare ile karşılaştık.

Hakkári’de şehit düşen Binbaşı Murat Özyalçın’ın cenazesinin, uçağın kargo bölümünden alınarak, bir daha hiç açamayacağı bavulları ile birlikte bir kamyonetin kasasına yüklendiğini gösteren bu fotoğrafı bugün Hürriyet’te göreceksiniz ve eminim ki bizlerin hissettiklerinin aynısını hissedeceksiniz.

Yabancı ajanslardan zaman zaman Irak’ta ölen ABD askerlerine yapılan törenlerle ilgili fotoğraflar geliyor.

Görevi başında ölen bir silah arkadaşına gösterilmesi gereken saygıyı bu fotoğraflarda adeta elle tutabiliyorsunuz.

Hiçbir cenaze, uçağın “kargo” bölümüne konmuyor. Tören giysilerini giymiş askerler onlara yol boyunca eşlik ediyor. Görevi başında ölen bir askere gösterilmesi gereken bütün özen eksiksiz gösteriliyor.

Muhabir arkadaşlarımızın bildirdiğine göre şehit Binbaşı Özyalçın’ın cenazesi, uçaktan bir kamyonetin arkasına alınarak, kapıda bekleyen askeri birliğe teslim edilmiş.

O birliğin uçağın kapısına kadar gelip, cenazeyi teslim alması çok mu zordu? Şehit düşmüş bir askeri, askeri bir uçakla toprağa verileceği kente getirmek mümkün değil miydi? “Şehit cenazeleri” sivil uçakların kargo bölümlerinde nakledilecek bir yük müdür?

Bu soruları sorduğum için bana kızanlar olacaktır elbette ama şehit cenazelerine saygı göstermek, camide ağlamak ve cenaze geçerken selam durmaktan ibaret bir şey değildir!

Subaşı’nın adını yakında çok duyarız

HÜRRİYET’in “Seçim 2007” yazı dizisi için Antalya’daydım. İzlenimlerimi bugün gazetemizde okuyacaksınız. Okuyucuların, seçim döneminde en çok merak ettikleri soru, doğal olarak “Seçimi kim kazanacak” sorusu.

Ben de bir öngörüde bulundum, bakalım gerçekten nabzı iyi tutabilmiş miyim, 22 Temmuz akşamı göreceğiz.

Antalya siyasetindeki en ilginç figürlerden biri hiç kuşku yok ki Hasan Subaşı. Yazı dizisine sığdıramadığım sohbetimizi burada aktarmak istedim.

Subaşı, siyaseti bıraktıktan sonra Elmalı’daki çiftliğine çekilmiş ve kendisini daha verimli bir tür elma fidelerinden yetiştirmeye vermiş.

Subaşı Ailesi Demokrat Parti geleneğinden geliyor. “İki kutuplu siyaset sorunları çözemez hale geldi. Uzlaşma zemini ortadan kalktı. Bunun değişmesi gerekir. Sivil bir Anayasa ihtiyacının olduğu çok açık! Etnik ve siyasi farklılıklardan kaynaklanan sorunları ancak demokratik gelenekleri olan bir parti söyleyebilirdi ve DP bu fırsatı kaçırdı” diyor.

“Atatürk, şeriat rejimi içindeyken bile Batı hukukunu getirmekten korkmadı ama Atatürkçüler bugünkü Batı’nın hukuk seviyesine gelme çabalarından çekiniyorlar” diye ekliyor.

Bana öyle geliyor ki Subaşı’nın adını, seçimlerden sonraki yeni siyasi ortamımızda giderek daha çok duyabileceğiz.

Penceremdeki cami manzarası

GAZETEDEKİ odamdan bir “kent manzarası” görüyorum. Gördüğüm şeye artık ne kadar “kent” denir bilmiyorum ama sonuç olarak burası da İstanbul.

Ve her sabah odama girdiğimde bu manzaraya bakıp kendime şu soruyu soruyorum: Bu kadar çirkin binayı üst üste yapmayı başaranlar, içinden Mimar Sinan’ı çıkaran, baktıkça insana huzur veren camileri, kışlaları, kervansarayları, yalıları yapanların gerçekten torunu olabilir mi?

Hele camiler! Bu camileri çizen, yapan mimarlar hayatlarında hiç Selimiye’yi, Süleymaniye’yi, İstanbul’un ve Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış biblo güzelliğindeki camileri görmediler mi?

Osmanlı Mimarisi isimli kitabı yeni yayımlanan Profesör Doğan Kuban ile mimarlık dergisi Yapı’yı 300 sayıdır yayımlayan mimar Doğan Hasol’un yaptığı söyleşiyi dün Radikal’de okudum.

Doğan Kuban şöyle diyor söyleşisinde: “Camilere gelince; Türkiye’de bu tür yapıları yaptıran toplumun kültürünün içeriğini gösteriyor. Bizdekiler ilkel çünkü kopya da çekemiyorlar. Klasik Osmanlı’ya benzer cami yapıyorlar sözüm ona ama kiliseye benziyor. Kompozisyondan, orandan hiç anlamıyorlar. Osmanlı işlevsel bir cami yapıyor, onun üzerine oranlı minare yapıyor. Şimdiki gibi betonarme, göklere çıkan minareler tümüyle türban takmaya benziyor. Mimariyle, sanatla ilgisi yok bu işin. Dünyadaki bütün Müslüman ülkelerinde yapılan yeni camiler yeni olmaya çabalıyor ve bizimkilerden bin kat daha iyi. Bizimkisi yalnızca kötü bir propaganda aracı, ticaret aracı olarak yapılıyor.”

Kuban’ın bu sözlerini okurken, penceremdeki manzaranın beni neden rahatsız ettiğini daha iyi anladım.