Şike iddiasını ciddiye almadım, çünkü…
GÜNÜN en moda konusu “şike” olayına bir soru sorarak girmek istiyorum:
Bir şike olayına karışsanız ve günün birinde bu olayı açığa çıkarmak, hem vicdanınızı hem de futbol dünyasını kirden arındırmak isteseniz, nasıl bir yol izlersiniz?
Cihan Oskay’ın yaptığı gibi önce bir televizyon kanalıyla temasa geçip bildiklerinizi anlatmak için para ister misiniz? Bu teklifiniz kabul görmeyince bir başka kanala intikam hissinizi öne sürerek gider misiniz?
Yoksa bildiklerinizi ve elinizde olduğunu iddia ettiğiniz belgeleri savcılığa mı ihbar edersiniz?
Bu tür bir soruşturmanın derinleştirilmesini ve suçun gerçekten açığa çıkmasını istiyorsanız, bizimki gibi ülkelerde yapmanız gereken şey ikincisidir.
Bir savcıya gidersiniz ve savcının soruşturmasını tamamlamasını bir köşeye çekilir beklersiniz.
Bunun tersine hareketinizin, spekülasyonları güçlendirip tezinize zarar vereceğinizi düşünürsünüz çünkü.
Bu nedenle Cihan Oskay’ın iddialarını ciddiye alamıyorum.
Üstelik şike olduğu iddia edilen Fenerbahçe-Samsunspor maçı dün gibi gözümün önünde.
O maçı izlerken arkadaşlarımla, “Samsun acaba teşvik primi mi aldı” diye konuştuğumuzu bile hatırlıyorum.
Gazetelerde Lig TV’nin maçı dün gece tekrar yayınlayacağını okudum. Bence bir kere yetmez, üç-dört kere tekrarlanmalı ki o maçın nasıl oynandığından kimsenin şüphesi kalmasın.
Ve bir son not da Star TV’nin spor servisi için: Yaptığınız iş gazeteciliğin evrensel ilkelerinin hiçbiriyle bağdaşmıyor.
Elbette bütün önemli ve büyük haberler bu tür ihbarlardan çıkar.
Ama araştırmacı gazetecinin görevi tam da bu noktada başlar zaten.
Size verilen bilgileri teyit etmeli, ilgili kişilerle konuşmalı, şüpheyi güçlendirecek maç içi davranışları maç kayıtlarından tespit etmeli, konuyu ondan sonra ekrana taşımalıydınız.
Bunu yapmadığınız içindir ki şimdi gereksiz bir tartışmanın orta yerinde kaldınız.
Gazetecilik, kendisine aktarılan her dedikoduyu haber haline getirme işi değildir.
Yola bağlanmayan ’köprülü kavşak’ sorunu
TEM Otoyolu’nu geçilmez hale getiren köprülü kavşak inşaatlarıyla ilgili kafama takılan bir konu var.
Geçen hafta Tekstil Kent önündeki köprülü kavşak inşaatının nereye bağlanacağını merak ettim.
Çünkü gazetenin civarındaki alternatif yolları keşfetmek ve trafik tıkanıklıklarından bu sayede kurtulmak gibi bir “yetenek” geliştirdim.
Bir kavşak yapıldığına göre, bunun bağlanacağı bir de yol olmalı ve o yolu kullanarak gerektiğinde trafikten kurtulabilirim diye düşündüm.
Üşenmedim, Tekstil Kent’te yüksekçe bir yere çıktım ve ortada bu kavşağa bağlanacak bir yol göremedim.
Yol benim çıktığım yerden görülemeyecek bir yerde yapılıyorsa onu bilemiyorum tabii.
Önceki gün de bir okuyucum, TEM Otoyolu’nun Anadolu tarafında Ümraniye Çakmak Mahallesi’ndeki köprülü kavşağın hiçbir yere bağlanmadan öylece durduğunu yazdı bana.
O tarafta oturan bir arkadaşım kontrol etti, evet, köprü yolun ortasında duruyor ama ona bağlanan bir yol yok.
Belli ki o köprülü kavşağın bağlanacağı yol için gerekli istimlak işlemleri tamamlanıp, yollar inşa edilememiş.
Ve birden bunca sıkıntıyı boşuna çekiyormuşuz duygusuna kapıldım.
“Şu kadar kavşak yapıyoruz, bitince trafik rahatlayacak” demeçlerini çok sık duyuyoruz.
Ama bu kavşakları kullanacak yollar yoksa trafik nasıl rahatlayacak, bunu gerçekten anlayamadım.
Acaba bu inşaatlar, dostlar alışverişte görsün, müteahhitlere iş çıksın diye mi yapılıyor?
Şimdi diplomatik atak zamanı
AVRUPA Birliği Komisyonu’nun bazı konu başlıklarını görüşmeyi askıya almayı tavsiye edeceğine ilişkin haberler doğru çıkarsa Türkiye-AB ilişkilerinde korkulan “tren kazası” da olmayacak.
Böylece seçim sürecine giren Türkiye’nin elini rahatlatacak, ilişkilerin tamamen kopmasını önleyecek bir döneme girilecek.
Bu süre içinde nispeten kolay dosyaların müzakere edilmesi ve sürecin sürdürülebilmesi mümkün olacak.
Öte yandan ortaya çıkan bu son tablonun Türkiye açısından “kazanım” sayılabilecek yönleri de var.
Böylece AB, Gümrük Birliği Ek Protokolü’nün de askıya alınmasını kabul etmiş duruma geliyor.
Bu tablodan, Kıbrıs Rum yönetimine limanların ve havaalanlarının açılması ile Kuzey Kıbrıs üzerindeki izolasyonların kaldırılması arasında zımni bir bağ kurulduğu ve AB’nin de bunu içselleştirdiği anlamını çıkarıyorum.
Türk diplomasisinin sınavı da tam burada başlıyor.
Bu süreyi Kuzey Kıbrıs üzerindeki izolasyonların kaldırılması için kullanmak gerekecek.
Ve bunun yolu sessizce oturup beklemekten değil, Kıbrıslı Rumların artık Kıbrıslı Türkler ile bir arada yaşamama isteklerinin herkesin gözünün içine iyice sokulmasından geçiyor.