Yürekli bir savcı aranıyor
FETHULLAHÇILARIN Zaman Gazetesi’nde dün şöyle bir başlık vardı: “Ses kayıtları internete düşen tümamiral, millete hakaret ediyor.”
Başlığın altındaki haberde, Deniz Kuvvetleri’nde görevli bir filo komutanı olan tümamiralin ağabeyiyle yaptığı bir telefon konuşmasının kaydı var.
Tamamen kişisel ve özel bir görüşme bu. Belli ki, Genelkurmay Başkanı’nın deyişiyle “Silahlı Kuvvetler’e karşı asimetrik psikolojik harekát yürüten” malum çevrenin telekulaklarının kaydettiği bir görüşme bu.
Konuşma kaydında tümamiralin, kardeşine İstanbul’da yaşamanın zorluklarından söz ettiği görülüyor.
Komutan, konuşmanın bir yerinde emekli olduğunda çalışmak zorunda olduğundan, ama işe metroyla gidip gelmenin de iyi olacağından söz ediyor.
Kardeşi “O zaman bir sürü ayıyla beraber olursun” diyor. O da “Bedava hayvanat bahçesi” diye dalga geçiyor.
İstanbul’daki bazı insanların görgüsüzlükleri, medeniyetten uzak olmaları üzerine herkesin, her yerde, kendi arasında konuşacağı türden sözler.
Ve bu konuşma, gizlice kaydediliyor, içeriğinden kopartılıp bir üst düzey komutanın kamuoyu önünde infaz edilmesi için kullanılıyor.
Zaman Gazetesi’nin, her hafta medyaya ahlak dersi veren Genel Yayın Müdürü’ne sormak isterim: Ey Ekrem Dumanlı, senin özel konuşmalarını kaydedip, yayınlasalar ne hissedersin?
Sadece iki kişinin arasında telefon gibi son derece özel bir haberleşme yoluyla gerçekleşen bir telefon konuşmasından, toplu hakaret çıkarmak da neyin nesi?
Açık ve ağır bir faşist saldırı ile karşı karşıyayız.
Haberleşmenin gizliliği ayaklar altında. Kişilik haklarımız, karanlık örtüler arkasında sanatlarını icra edenlerin keyiflerine kalmış durumda.
Bir çete, son derece örgütlü ve planlı olarak saldırıya geçmiş bulunuyor.
Merak ediyorum: Bu ülkede, bu faşist çeteden korkmayan bir tek savcı yok mu?
Kişilik haklarımızı devletin organları korumayacaksa, kim koruyacak? Herkesin kendi hakkını kendisinin savunacağı bir döneme mi girdik?
Memleketin aydınlarına ne oldu?
TÜRKİYE tarihinin hiçbir döneminde aydınların böylesine suskun kaldığı bir dönem yaşamamıştı.
Askeri darbeler döneminde de böyle bir suskunluk yoktu, yazarların, düşünürlerin hapislerde süründürüldüğü “cici demokrasi” günlerinde de!
Cezaevlerinde ayda neredeyse iki kişi kötü yaşam koşulları ve yetersiz tıbbi hizmet nedeniyle ölüyor.
Sorgulamalarda, belki Filistin askısı kalmadı ama işkencenin kılık değiştirmiş şekilleri sürüyor.
Gözaltı müessesesi, amacından çıkmış, bir cezalandırma biçimi olarak kullanılıyor.
Haberleşmenin gizliliği diye bir şey kalmadı. Devlet içinde yuvalanmış bir çete telefonları dinliyor, insanları izleyip fotoğraflıyor ve kendilerine göre “günü geldiğinde” kullanmak üzere arşivleyip, servis ediyor.
Öyle bir hava estiriliyor ki genel rüzgára ters sözler söylemeye korkuluyor, söylemeye yeltenenler sindiriliyor.
Ve aydınlar, öylece oturup seyretmekle yetiniyorlar.
Sıranın kendilerine gelmesini bekliyor olsalar gerek!
Sahibi yoksa benimdir
TÜRKİYE’ye ekonomik krizin ilk etkilerinin ortaya çıktığı Ekim 2008 ile Mayıs 2009 arasında 18.3 milyar dolarlık döviz girdiğini Cumhuriyet’te Mustafa Sönmez’in yazısından öğrendim.
Değerli hocam Prof. Dr. Korkut Boratav’ın www.sol.org.tr’deki konuyla ilgili yazısından da bu sayede haberdar oldum.
Korkut Hoca, Nisan 2009’da 14.9 milyar dolarlık kayıt dışı sermaye girişinin gerçekleştiğine dikkat çekiyor.
Önceki akşam Kanal D’de de bu esrarengiz döviz girişinin İranlı bir işadamına ait olduğunu iddia eden bir avukat ile yapılmış görüşme yayımlandı.
Ortada tuhaf bir durum var ve bu para girişinin nereden kaynaklandığını açıklamak durumunda olan Merkez Bankası tam siper olmuş, seyrediyor.
Türkiye, karapara aklanan bir muz cumhuriyeti mi oldu?
Bu para, hangi hesabın sonucunda Türkiye’ye geldi?
İçinde ihalelerden alınmış komisyonların payı var mı?
Bu para neyin nesi?