Zulmün fotoğrafı poster olmalı
ARTIK belli oldu ki Türkiye’de gözünün içine biber gazını yemeyen kimse yakında kalmayacak.
Hükümetimiz sayesinde her canlı biber gazının tadına bakmış olacak!
Dünya yüzünde kendi halkına bu kadar çok gaz sıkan başka bir memleket var mıdır, hiç sanmıyorum.
Taksim Gezi Parkı’ndaki gelişmeleri izlerken bir fotoğraf dikkatimi çekti.
Fotoğrafı sizler de görmüş olmalısınız, Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmesine engel olmak için toplanan kalabalığa yönelik polis müdahalesi sırasında çekilmiş.
Fotoğrafta kırmızı elbiseli bir kadın var. Elinde silah yok, taş yok, sopa yok. Omzuna astığı heybe benzeri bir çantayı sağ eliyle tutmuş, öylece duruyor.
Karşısında ellerinde kalkanları ile sıralanmış bir dizi polis var, yüzüne gaz maskesi takmış bir polis o sıranın önüne çıkmış, elindeki tüpten tek başına ayakta duran o kadının yüzüne doğru nişan alarak gaz sıkıyor.
Bu görüntüde polis kendini savunmak durumunda değil. Karşısında taşkınlık yapan, saldırgan tutum takınmış bir kalabalık da yok. Tek başına bir kadın var.
Bu fotoğraf, demokratik protesto gösterisi yapma hakkının Türkiye’deki durumunu gösteriyor.
Hükümetin hoşuna gitmeyen bir protesto peşindeyseniz başınıza gelecek en hafif şey budur!
Cop, karakolda dayak, terör örgütü üyeliğiyle suçlanıp uzun süre hapiste tutuklu kalmak gibi daha ağırları da var tabii, ama en hafifi yüzünüzün ortasına doğru püskürtülen biber gazıdır.
Dilinden demokrasi lafını düşürmeyen bir iktidarın, iş uygulamaya gelince polisin elindeki biber gazına dönüşmüş halidir!
Zulmün fotoğrafıdır ve poster yapılıp her yere asılmalıdır.
Başbakan’ın sözlerinde mana aramayın!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın “iki ayyaşın çıkardığı yasalardan” söz etmesi elbette genel bir merak uyandırdı.
Bu “iki ayyaş” kimdir ve nasıl olup da yasa çıkarmayı başarmışlardır?
Başbakan’ın partideki yardımcısı Hüseyin Çelik, durumu açıkladı:
“Kast–ı mahsusla söylenmiş bir şey değil, lafın gelişi olarak söylendi. Derin manalar çıkarmak doğru değil”.
Başbakan’ın konuşmalarında zaten genellikle derin manalar olmuyor.
Aklına geleni, ağzına geldiği gibi söylüyor, bazen argoya sapıyor, bazen Arapçaya.
Ve bu bir Başbakan için hiç de uygun bir tutum sayılmamalı.
Normal bir insan bile aklına geleni, ağzına geldiği gibi söylememeye gayret ederken, koskoca Başbakan’ın böyle davranması en azından tuhaf.
Bir de şu var tabii: Başbakan konuşmalarını prompter denilen bir cihaza bakarak okuyor.
Acaba konuşmasını yazanlar, “Başbakan nasıl olsa ağzına geldiği gibi konuşuyor, arada bir biz de kast–ı mahsus olmadan böyle laflar gazlayalım, tartışma çıkar, eğlence olur” diye mi düşündüler?
Bu mümkün olabilir mi? Evet olabilir, Başbakan’a şiir okutturup, altına yanlış şair ismi yazdıkları bile oldu, bu da pekâlâ olabilir.
Ama ben yine de konuşmalarını yazanların bu kadar cesur olup dalga geçebileceklerine ihtimal vermiyorum.
Başbakan o cümleyi bilerek kurdu ve neyi kastettiğini tahmin etmek de hiç zor değil.
Bir kere Cumhuriyet’in kurucularından hazzetmiyor. Ruhunun derinliklerinde için için kaynayan bir Osmanlı özlemi var.
Çoğu kişinin anlamakta zorlandığı Arapça cümleler kurması ve bunları söylerken kendi sesinin şehvetiyle titremesi de bunun bir başka tezahürü aslında.
Çelik’in söylediklerinde inandırıcı olabilmesi için konuşmanın yazılı metnini dağıtması iyi olurdu, o zaman derdik ki “Evet Çelik haklı, Başbakan’ın aklına o anda gelmiş söyleyivermiş”!
Ama bunu yapmıyor.
Ne diyelim, Allah ıslah etsin, akıllar, fikirler versin.
Rızkın bir bölümü de köprü rantından
İSTANBUL Boğazı’na yapılacak üçüncü köprünün hatalı bir tercih olduğunu, şehrin son ormanlık alanlarının da böylece yerleşime açılacağını savunanlara Başbakan çok kızıyor, biliyorsunuz.
Ama meğerse kendisi de eskiden böyle düşünüyormuş!
Dün İstanbul Belediye Başkanı iken söylediği sözler Sözcü’de yayımlandı.
O devrin Başbakanı Tansu Çiller, Japonya’da Boğaz’a üçüncü köprü müjdesini verdiğinde şunları söylemiş:
“Üçüncü köprü bir cinayettir. Kuzey bölgemizde kalan yeşil alanların imara açılarak katledilmesinden başka bir şey değildir. Böyle bir teşebbüs İstanbul’un çağdaş kentleşmesi ve şehir içi ulaşım sistemi için ölümcül sonuçlar doğurur. İnşallah bu cinayet bitmeden hükümet değişir”.
Bizim siyaset düzenimizde tutarlılık diye bir sorun yoktur, dün dündür, bugün ise bugün!
Onun için bugün böyle düşünmüyor olması normal.
Tabii bir de şu var ki o devirde köprü yapılacak olsaydı çevre yollarının geçeceği güzergâhtaki arsaları başkaları toplayacaktı, şimdi başkaları topladı.
Rızkın onda dokuzu ticarettedir, bunun için Taksim’in göbeğine bile alışveriş merkezi yapılacak. Rızkın geri kalan bölümü ise ballı hükümet ihalelerinden, arsa spekülasyonlarından gelir.
Bu köprünün yaratacağı rantı kimlerin paylaşacağını da çok yakında görürüz zaten.