Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

60'ımda olsaydım da beni bir görseydiniz!

 Gazeteleri karıştırırken irkildim. Yazının başlığı şöyleydi: Teneşir paklar! Mavi, dişi bir başlıktı, görülmemesi imkânsızdı zaten…

Ayşe Özgün’ün Sabah’ın Günaydın ekindeki “Güzin Abla” köşesindeydi. İçel’den yazan M.S.’nin mektubuna bu başlık uygun görülmüştü.
Mektup şöyleydi: “60 yaşında, emekli ve dul bir beyim. Yalnızlık hayli zor. Son zamanlarda kendimde büyük değişiklikler görmekteyim. Genç kızlara istek duymaya başladım. Birkaç kez gençliğimde bile gitmediğim yerlere gittim. Yaşadığım bir bunalım mıdır, çözemedim. Evleneyim desem çocuklarım, torunlarım karşı çıkar…”
Ayşe Özgün Hanım’ın bu mektuba yanıtı şöyleydi: “İşte samimi ve içten bir mesaj. İnanın sizin durumunuzda olup da bunu sorun olarak görüp en yakınlarına bile açamayan çok kişi vardır ve siz bu içtenliğinizle onlara tercüman oluyorsunuz. Böyle bir konuyu paylaşmanın da kolay olmadığını herkes takdir etmektedir. En kısa zamanda bir ruh hekimine danışmanızı tavsiye ediyorum.”

Buna ‘meydan okuma’ denir!
Kırkımı geçtiğim ve altmışıma da sadece 15 yıl kaldığına göre bu durumda kendimi taraf kabul ediyorum.
Önce M.S.’ye birkaç sözüm var: Sevgili Amcacığım… Siz Ayşe Hanım Teyze’ye aldırmayın. Bir ruh doktoruna da görünmeniz gerekmiyor, çünkü durumunuz bir hastalık değil. Buna “hayata bağlılık”, “ölüme meydan okuma” da diyebiliriz… Babasının yaşama derin bir tutkuyla bağlı olmasına, yaşamının son yıllarını sevdiği, beğendiği bir kadınla geçirmesine hangi çocuk kızabilir ki? Onlarla konuşmanızı öneriyorum. Önünüzde yaşayabileceğiniz daha çok uzun yıllar var. Eliniz ayağınız tutuyorken bu yılların tadını çıkarın. Güzel bir kızı görüp de heyecanlanmadığınızda kendinizden korkun. Kadınlar bizi heyecanlandırmazsa yaşadığımızı nasıl anlayabiliriz?

Ölümü beklemek mi normal?
Şimdi de Ayşe Özgün’e: Ayşe Hanım, esas mesleğinizi bilmiyorum ama amatör psikologluk biraz daha sorumlu davranmayı gerektirir diye düşünüyorum. Köşenizi insanlara bir kenara çekilip ölümü beklemeyi önermek için değil, onları yaşama daha çok bağlamak için kullanmalısınız.
Şimdi de herkese: Yaşamımız bize ait olan tek şeydir. Yaşamımız boyunca sahip olduğumuz her şey geçici olabilir. Bize kalacak olan tek şey sınırlı yaşam süremizdir. Bunun için insanı diğer canlılardan ayıran temel şeylerden biri de yaşamı bilinçli bir kararla kendi istediği gibi yaşamasıdır.
Orta yaşı geçen her erkek ve kadın bu gerçekle yüzleşir. Artık yaşanacak yılların sayısının, yaşanmış bitirilmiş süreden daha kısıtlı olduğunu bilir. İnsan ölümlü oluşuyla, kendi fiziksel gücünün sınırlarıyla ve kalan yaşamı boyunca artık istediği her şeyi elde edemeyeceği gerçeğiyle uzlaşmak zorunda kalır. Yapılacak tek şey kalan süreyi değerlendirmektir.
Milan Kundera “Yavaşlığın düzeyi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın düzeyi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır” diyor.
Acaba bizim “Kırkından sonra azanı teneşir paklar” sözünün gerisinde de “ölümü unutma isteği” ve “unutmak için hızlı yaşama kaygısı” mı yatıyor? İlkel bir ahlakçılıkla yaşamdan zevk almanın önüne geçmek için mi uydurulmuş bu söz?
Yıllar önce Rıfat Ababay’ın babası Dr. Meşhut Bey ölüm döşeğindeyken ona bir şaka yapmıştık. Kendisine bakan hemşirenin dikkat çekici güzelliğini kastederek “ne kadar da şanslı” olduğunu söylemiştik. Rahmetli Meşhut Ababay o tarihte 74 yaşındaydı ve zorla araladığı gözleriyle hemşireye bakıp şöyle demişti: Ah çocuklar 60’ımda olsaydım da siz beni görseydiniz!
Nur içinde yatsın… O yaşanan her anın değerli olduğunu bilen bilge bir insandı…