Zaten biliyorduk ama Almanya’da yapılan bir araştırma gerçeği bir kez daha gözlerimizin önüne serdi: Tehlikeli aylardayız!
Bu “tehlike” birçok kişi için gerçek bir tehlike sayılmamalı belki ama içimizdeki bazıları için pekâlâ ciddiye alınması gereken bir tehlike de oluşturabilir..
Almanya’da yayımlanan Wellfit isimli derginin bir araştırması bu..
Mart ve nisan aylarında insanlar öteki aylardakine göre üç misli fazla cinsel istek duymaya başlıyorlarmış.
Baharla birlikte ısınan hava, canlanan doğa ve günlerin uzaması hormonal dengelerimizi değiştiriyor ve aşk ateşi dört bir yanı sarıyormuş.
Üstelik insanlar değişen mevsim nedeniyle günlerin uzamasıyla da tatmin olmuyorlar, bir de saatleri ileri alarak güneş aydınlığından daha uzun süre yararlanmak istiyorlar..
Aşkın ilk ve son baharı
Nitekim bu geceden itibaren biz de saatlerimizi ileri alacağız. Bu, pazar günü itibariyle tehlikenin daha da büyümesi anlamına geliyor olabilir.. Buna dikkatinizi çekerim!
Wellfit’in araştırması aralık ayındaki doğum oranlarını da mercek altına alıyor. Mart ve nisanda artan cinsel libidonun doğal bir sonucu da bu.. Dünyanın değişik yerlerindeki yüzden fazla ülkede en çok doğum kaydedilen ay aralık.. Yani bahar güneşinin yüzünü göstermesinden dokuz ay sonrası!
Araştırma bahar aşklarındaki en kritik zamanın tanıştıktan sonraki üç – dört dakikalık süre olduğunu ortaya koyuyor.
Ben, insan bu kadar kısa bir sürede birisine âşık olabiliyorsa, o aşk başladığı hızla da bitecektir diye düşünürüm. Araştırma da bunu doğruluyor. Sonbaharla birlikte soğuyan havalar ve insanın yüzüne çarpan yağmur damlaları bahar âşıklarını “kendine getiriyor”, aşk bitiyor ve depresyon başlıyor!
Aslında sonbaharı bu nedenle suçlamak ne kadar doğru, emin değilim..
Her mevsimin insanı âşık olmaya yöneltecek bir yönü mutlaka olmalı..
Her mevsimin ‘hazzı’ başka
Düşünün: Yapraklar dökülüyor, yerleri sarı bir örtü kaplamış, sert bir rüzgârın önünde savrulan yağmur damlaları camdan aşağı küçük derecikler oluşturarak akıyor.. Bunun âşık olmak için yeterli bir ortam olmadığını söyleyebilir misiniz?
Ya kış? Kar yağıyor, ağaçların dalları buz tutmuş, kentin en çirkin köşesi bile o beyaz örtünün altında güzel görünüyor, minik sarı bir çuhaçiçeği karın altından boynunu uzatmış size bakıyor.. İçinizde bir şeylerin kıpırdadığını hissetmez misiniz?
Ya da yaz? Çılgın bir güneş, masmavi bir gökte parlıyor, ışınlarını tam içinizde hissediyorsunuz.. Hava sıcak ama önünüzde bir bardak buzlu limonatayla denize girenleri seyrediyorsunuz.. Gece ay çıktığında yakamozlar gözünüzü alırken, beyaz hafif giysiler içindeki insanlara ilgisiz kalabilir misiniz?
Bence hayır, aşk sadece mevsimlere bağlanabilecek bir şey değil. Yeter ki insanı, öteki canlılardan ayıran o en önemli cevher kurumamış olsun..
Bakın bir aziz ne demiş..
Aziz Jerome bakın neler yazmış vaktiyle: “Kızgın güneş altında yanan vahşi çölde yaşarken kendimi Roma’nın zevklerine gömülmüş olarak düşünürdüm! İçim acı dolu olduğu için yalnızlığı aramıştım… Cehennem korkusuyla kendimi o akrepler ve vahşi hayvanlar arasına atmıştım ve aklım fikrim hep genç kızlardaydı. Tuttuğum oruçtan yüzüm solmuş, vücudum kurumuştu, ama yine de ruhum tutku özlemiyle yanıyor, bir cesedinkine benzeyen etlerimden şehvet ateşleri fışkırıyordu. Sefilliğimi açıklamaktan utanmıyorum!”