Geçenlerde bindiğim kıtalararası uçuş yapan British Airways uçağında ilk işim her zaman yaptığım gibi koltuk cebindeki dergiden “film programına” bakmak oldu.
Uçağın 18 kanallı “eğlence sistemi”nde hep yeni filmler vardı. Bir tanesi hariç.
O filme özel bir paye verilmiş ve “Film Festival” başlığı altında gösterilmişti.
Adı “Geceyarısı Ekspresi”ydi.
Yanına konulan bir asma kilit şeklindeki küçük kırmızı işaret, kabin ekibinin çocukların koltuklarında bu kanalı kapatacaklarını gösteriyordu.
Alan Parker’ın 1978 yapımı filmi, sanırım Türk kamuoyunda en uzun süre tartışılan film olma rekorunu hâlâ elinde tutuyor.
Filmin gösterimi o yıllarda Türkiye’de yasaklanmıştı.
Bununla da kalmamıştık; filmi gösteren her ülkenin Türkiye’ye karşı düşmanca davranışlar içinde olduğunu düşünüp değişik yollarla protestomuzu dile getirdik.
Çok yıllar sonra film Türkiye’de de gösterildi, yanlış hatırlamıyorsam bazı televizyonlarda bile yayımlandı.
Doğrusunu isterseniz filmin adını listede ilk gördüğümde sinirlendim.
Türkiye’de hapishanelerin ne durumda olduğunu, işkencenin bir vakitler sistematik bir uygulama olduğunu, halen de işkence yapanların düzenli bir şekilde korunduğunu bilen bir insan olarak neden sinirlendiğimi iyi biliyorum.
İlk seyrettiğimde filmin dilindeki ırkçı tonu rahatsız edici bulmuş, böyle bir filmin nasıl olup da Batılı birçok aydın tarafından beğeniyle karşılandığını anlayamamıştım.
Film, sinemasever okuyucular hatırlayacaklardır, “yaşanmış bir olaydan” kaynaklanıyor.
Uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı için Türkiye’de hapse düşen ve sonra bir yolunu bulup hapisten kaçarak anılarını yazan bir Amerikalının öyküsü bu..
Irkçı bir söylem
Uçakta filmi bir kez daha izledim.
Aradan geçen bunca yıldan sonra filme neden bu kadar kızdığımızı yeniden düşünme fırsatım oldu.
Her şeyden önce filmdeki “uyuşturucu kaçakçısı” genç, masum bir insan portresi çiziyor.
Sanki hiçbir şey yapmamış da kötü Türkler onu kulağından tuttukları gibi hapse tıkıvermişler gibi..
Filmde rastladığımız bütün Türkler kötü bakışlı, kötü niyetli, hatta zaman zaman cani karakterli insanlar.
İlk bakışta bunda şaşılacak bir şey olmamalı diye düşünüyor insan.
Sonuç olarak bu bir hapishane filmi ve hapishanelere melekleri koymuyorlar.
Ancak polisinden hâkime, gardiyanından şoförüne ve mahkûmlara kadar bütün Türk tiplerinin “kötü” gösterilmesi bana bir tek şey düşündürüyor: Irkçılık!
Böyle bir film herhangi bir Batı ülkesi için çekilemezdi.
Çekilmiş olsa, en başta o zamanlar bu filmi çok alkışlayan aydınlar tarafından eleştirilirdi.
Oysa biliyoruz ki bu hiç olmadı.
Bu önyargı kırılmalı
Film vicdanlarda mahkûm edilmediği gibi “değerli bir sanat eseri” olarak görüldü, alkışlandı, aradan geçen bunca yıldan sonra havayolu şirketlerinin uçaklarında bile özel payeler verilerek gösteriliyor.
Bunun bir tek önemli nedeni var diye düşünüyorum: Biz hâlâ Batılı birçok insan ve hatta aydın nezdinde “öteki” gibi görülüyoruz.
“Öteki” olarak konumlandığımız için de bize karşı işlenen insanlık suçları görmezden gelinebiliyor hatta fark edilmiyor bile..
Bugün Fransa’da, Almanya’da bazı hatırı sayılır çevrelerde Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkılmasının ardında da bu yatıyor.
Bu ırkçı önyargıyı kırabilmek de zannettiğimiz kadar kolay olmayacak.