Büyük düşünmek…
Almanya’da, Wolfsburg’dayım. Belki zamanında gerçekten buralarda kurtlar yaşıyordu ama şimdi hiç de öyle görünmüyor.
Oteldeki odamın balkonundan baktığımda göz alabildiğine yeşillik, kanallar ve hep hayranlık duyduğum modern Alman mimarisinin şekillendirdiği bir manzaraya tanık oluyorum.
Gördüğüm yerin adı Autostadt.. Otomobil kenti.. Yedi küsur kilometrekarelik bir alana yayılmış, kırmızı tuğlalı duvarları, yüksek bacalarıyla bir eski fabrika ve hepsi son iki – üç yılda yapılmış mükemmel binalar..
Buraya gelmeden önce de gözümü kapatıp nasıl bir yer olduğunu tarif edebilirdim aslında.. Nedense bir iki arkadaşımdan ve benden başka sevenine çok rastlamadığım Alman dizayn anlayışının mimarideki yansıması bu kent.. Çelik ve camın birbirleriyle sevişircesine bir araya geldiği aydınlık, gri binalar.. Basit ama detaylarda mükemmeliyetçi, işlevselliği ana hedef olarak kendisine seçmiş zarif bir mimari..
Binaların arasında dolaşırken “büyük düşünme”nin ne demek olduğunu insan daha iyi anlıyor.
Aslına bakarsanız burası sadece bir “otomobil teslim merkezi”.. Evet, hemen yanında 1938 yılında yapılmış “kaplumbağa” fabrikası hâlâ üretime devam ediyor ama bu şehrin tek bir amacı var: Müşterilere otomobillerini teslim etmek!
Yeni yüzyılımızın başında 500 milyon dolar harcanarak inşa edilmiş bir otomobil teslim merkezi.. Öteki büyük otomotiv merkezlerinde bir benzerinin daha olduğunu zannetmiyorum.
“Kent”in girişinde iki tane 20 katlı silindirik kule var. Çelik ve camdan yapılmış onlar da.. İçinde sıra sıra teslim edilmeyi bekleyen otomobiller var. Tümüyle bilgisayarların kontrol ettiği robotlar, müşterinin otomobilini bu kulelerden alıp ayağına kadar getiriyor. Hemen yanında iki kulenin daha altyapısı hazırlanmış, gelecekte artacak talebi karşılamak üzere bekliyor..
Bütün bu sürecin detaylarında boğulmak istemiyorum.
Şunu söyleyeyim sadece: Burası sanki ana konusu “otomobil” olan bir tematik park gibi.. Otelleri, lokantaları, eğitim merkezleri, kanalları, parkları ve çok ilginç bir otomobil müzesiyle bir tür “Disneyland”.. Volkswagen’in bir “halk markası” olarak insanların günlük yaşamına girmesini sağlayan bir ürün..
Çok değil, dört beş yıl önce buranın bir bataklık olduğunu anlatıyor rehberimiz.
Sonra bir gün “hayal gücü çok gelişmiş” birisi burayı bir otomobil teslim merkezi olarak tasarlıyor. Hayal dahi edemeyeceğimiz bir parayı bu hayaline yatırıyor ve ortaya üç yılda 6,5 milyon ziyaretçiyi kendisine çeken bu “Autostadt” çıkıyor.
“Büyük düşünmek” derken bunu kastediyorum.
Sırf büyük düşünmek uğruna kaynakları israf etmeyi değil elbette..
Marka yaratmanın, bir marka olarak insanların günlük yaşamında yer alabilmenin o kadar da kolay ve salt üretim gücüyle sınırlı olmadığını gösteren bir yer burası..
Bu yüzyılın marka yaratmak ve yaratılan markaların kimliklerini korumak yüzyılı olduğunu söyleyenlere rastlıyorum sık sık..
Kim bilir, belki de öyledir..
Eğer böyleyse ve globalleşme de bir veriyse bizim de ülkemizdeki günlük kavgalarımızdan biraz sıyrılıp buna kafa yormamız gerekiyor diye düşünüyorum.