Sadece erkek giysileri ve aksesuvarları satan çok katlı dev mağazanın alt katı olduğu gibi kravatlara ayrılmış..
Her renkten, her cinsten “binlerce” kravat..
Enine çizgili, boyuna çizgili, şal desenli, çiçek desenli, böcek desenli, çıpa desenli, golf desenli, sebze desenli (evet sebze: bezelye, fasulye, domates gibi yuvarlak sebzeler!), karikatürlü, düz, üzerine klasik tablolar basılmış binlerce kravat..
Yine de orada durduğum süre içinde bu kadar kravat arasında seçimde kararsız kalanların olduğu gözümden kaçmıyor.
Erkeklerin de kadınlar gibi “sırf dolaşmak için mağaza dolaşmaya başladıklarını” mı düşünmeliyim, bu tablo karşısında?
Benim bildiğim “erkek dediğin”, ne alacağını bilir. Dükkâna girer, doğruca almak istediği şeyi söyler, getirirler, içinden bir tanesini alır, öder ve çıkar! Böyle bir mağazada beş dakikadan fazla oyalanmak doğrusunu isterseniz “genci bozar”!
Ya da bu kadar çeşide rağmen bazı insanların kendi zevklerine uygun bir kravat bulamamaları, çeşidin her şeye rağmen az olduğunu mu gösteriyor?
Bu ‘işin’ kitabı çok
Dikkatimi çeken bir şey daha var. Mağazanın takım elbiseler, pantolonlar vs. satılan yerlerinde çalışanların büyük çoğunluğu erkek olmasına karşın, kravat bölümünde çalışanların çoğu kadın. Ama başka aksesuvarların satıldığı yerde böyle bir tablo göze çarpmıyor…
Bir insanın sahip olabileceği en iyi kravatın, onu gerçekten seven bir kadın tarafından seçilmiş olması gerektiğine ilişkin bir inancım var. Ve bu da bir “kotasyon”: İyi kravatı kadın seçer, en iyisini en âşık kadın seçer! – M. Y. Yılmaz – Gazeteci. (İnsanın kızının seçtiği kravatın gözüne hep en güzel görünmesinin nedeni de baba ile kız arasındaki ölümsüz aşktan ileri geliyor olmalı..)
Belki benim bu inancımı büyük mağaza sahipleri de deneye – yanıla tespit ettiler ve mağazanın en genç ve güzel tezgâhtarlarını bu bölüme verdiler!
Türklerin büyük çoğunluğunun neden kravat sevmediğine ilişkin olarak yıllar önce bir yazı yazmış ve ödülünü Osman Ulagay’ın Londra’dan getirdiği bir kitap olarak almıştım: The 85 ways to Tie a Tie. İki fizikçinin yazdığı “kravat” kitabı.. (Kitapla duygusal bağlarımı daha kesmemiştim ki birilerince izinsiz bir gezintiye çıkarıldı, bu da açık bir duyuru olsun.)
İkinci ödülümü ise geçenlerde yine bir kitap olarak aldım. Enis Batur’un son romanı “Kravat”ta da o yazının sözü geçiyor..
Sahi ne yazacaktım?
Enis Batur’un romanını okurken insan merakının nasıl doymak bilmez bir şey olduğunu tekrar hatırladım. Sonu ölümle biten bir reklam kampanyası hazırlığının oluşturduğu fonda, Batur “düğüm” konusunu ele alıyor ve çözümleme denemesine girişiyor. “Bestseller” meraklılarının değil, ama gerçekten tadı tuzu yerinde bir roman okumak isteyenler için önerebileceğim bir kitap.. (Sel Yayınları.)
Batur’un Kravat’ını okurken, erkeklerin bu en önemli aksesuvarıyla ilgili ilginç bilgiler de edindim. Dünyada düzenli olarak kravat takan erkeklerin sayısı 600 milyonmuş. Her yıl yüzde 98’i sentetik kumaşlardan olmak üzere toplam 800 milyon kravat üretiliyormuş ve bunun 100 milyonluk “büyük partisi” Japonya’da satılıyormuş. Oysa hayatım boyunca zevkli bir kravat takan bir Japon hiç görmedim diye hatırlıyorum.. İncecik, düz, koyu renk kravatlar taktıklarını sanırdım hep! İtalyanlar ise 20 milyon kravat satın alırlarmış her yıl.. Elbette Türkler ile ilgili bir bilgi yok.. Sayı saymayı bilmediğimizden mi, böyle şeylere kafa yormayı “kafayı kırmak – kayışları sıyırmak” saydığımızdan mı, bilmiyorum..
Görüyorsunuz insan aklı bir tuhaf. Bir mağazaya girdim, yazacağım asıl konuyu unuttum.. Artık gelecek günlerde yazarım onu da..