Annan Planı ile ilgili olarak “hayırcı cephe”nin öne sürdüğü en temel itiraz “derogasyonlar” sorunu.. Terimi birçok kişi bu orijinal haliyle kullanmaya gayret ediyor, ama ben bu yazıda bunu “istisnalar” olarak Türkçeleştireceğim.
Anlaşmada bu “istisnalar” kalıcı değil.. Uygulanması uzun bir süreye bağlanmış: 19 yıl ya da Türkiye’nin AB üyeliği kesinleşene kadar..
İstisnalar şöyle, yeniden hatırlatayım:
– Kuzey’e dönmesine izin verilecek Rumların oranı 19. yıla ya da Türkiye’nin AB üyeliğine kadar yüzde 18 olacak. (Anlaşmanın 6 ile 9. yılları arasında ikamet izinleri bir köy veya belediyenin nüfusunun yüzde 6’sı kadar olacak. 10 ila 14. yıllar arasında bu oran yüzde 12 olacak. 14. yıldan 19. yıla ya da Türkiye’nin AB üyeliğine kadar ilgili kurucu devlet nüfusunun yüzde 18’inden fazla ikamet izni verilmeyecek. Bunun dışında 65 yaşını dolduran her Kıbrıslı Rum ve refakatindeki bir kişi ile Karpaz’daki 4 köyün eski sakini olan yaklaşık 12 bin 500 Rum ikinci yılın sonundan itibaren kısıntısız dönüş hakkına sahip olacak. Birleşmiş Milletler, bu kişilerin 19. yılın sonundaki 18’lik nihai sayı dolsa bile geri dönmeye devam edebileceklerini, ancak yüzde 18’lik kotanın bunlar tarafından doldurulması halinde diğerlerinin kotalardan yararlanmasına imkân kalmayacağını açıklıyor. 19. yıldan ya da Türkiye’nin AB üyeliğinden sonra Türk bölgesine yerleşecek Rumların oranı hiçbir şekilde yüzde 30’u geçemeyecek.)
– Türk ve Yunan vatandaşlarının adaya yerleşmesine ilişkin yüzde 5’lik kısıtlama 19. yıldan ya da Türkiye’nin AB üyeliğinden itibaren kaldırılacak.
– Rumlar, Kuzey Kıbrıs’taki mülklerinin üçte birine yeniden sahip olabilecekler, geri kalan üçte ikilik kısmı için ise tazminat alacaklar. Karpaz’daki Rumlar ise tüm mallarını geri alabilecekler.
Gözünün üstünde kaşın var
“Hayırcı cephe” bu istisnaların Avrupa Birliği’nin birincil hukuku olması gerektiğini düşünüyor.
Böyle olmadığı takdirde tek tek Rumların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) giderek, anlaşmada öngörülen süreden önce kısıtlamaların kaldırılmasını sağlayabileceklerini ileri sürüyor.
Bu iddia, beğenmediğimiz birisine “gözünün üstünde kaşın var” gerekçesiyle sinirlenmek gibi geliyor bana..
Nedenini açıklayayım:
Öncelikle şunu iyi akılda tutmak gerekiyor: AB ile AİHM arasında hiyerarşik bir bağ yok. Mahkeme bağımsız ve eğer konu insan hakları gibi önemli bir konuysa birincil hukuk, ikincil hukuk gibi bir ayrım gözetmeden karar verebiliyor.
Demek ki anlaşmanın AB birincil hukuku sayılması ya da sayılmaması “istisnaların” yürürlük sürelerini etkileyebilecek bir gerekçe değil.
Anlaşma yok sayılamaz
İkinci önemli nokta şu: Ortada iki kurucu devlet ve üç garantör tarafından imzalanmış geçerli bir uluslararası anlaşma var. Anlaşma BM Genel sekreteri tarafından referandum öncesi BM Güvenlik Konseyi kararı haline de getirilecek. İki halk referandumda anlaşmayı onaylayıp, yürürlüğe sokacak..
Ayrıca AB Konseyi (AB üyesi ülkelerin liderlerinden oluşuyor) anlaşmanın AB hukuku açısından birincil önemde olduğuna ilişkin bir de yazılı taahhüt verecek.
Bir mahkemenin, bu mahkeme AİHM bile olsa, böyle çok taraflı imzalar ve garantiler taşıyan bir uluslararası anlaşmayı “yok sayması” mümkün mü?
BM yetkilileri bunun mümkün olamayacağını savunuyorlar. Nitekim De Soto’nun hukuk danışmanı, Radikal’den Erdal Güven’e, anlaşma hazırlıkları sürerken bu konunun AİHM yargıçları ile de görüşüldüğünü ve bu konuda açılabilecek davaları, mahkemenin anlaşmada geçerli kısıtlayıcı süreler bitene kadar kabul etmeyeceğini söylüyor.
Peki bütün bunlar herkes tarafından bilindiği halde “hayırcı cephe” neden ille de “derogasyonlar” diye tutturuyor?
Nedeni çok açık.. Anlaşmada itiraz edebilecek bir husus bulmakta zorlanıyorlar ve kafa karıştırmak istiyorlar..
Amaçları anlaşma üzerinde kuşkular yaratmak ve kamuoyunu yanıltarak referandumdan “hayır” sonucunun çıkmasını sağlamak.
Kıbrıslı Türkler bu oyuna kanacaklar mı? İki hafta sonra göreceğiz..