MİLLİYET

Kadın yazarlar çirkin olmak zorunda mı?

 Başlığı yazarken bilgisayar ekranından yansıyan görüntüme gözüm takıldı: Yüzümü buruşturmuşum!

Bu çok normal. Bunca yıl insanları dış görünüşleriyle değerlendiren her tutuma şiddetle karşı çıkmış bir insan olarak, bu başlığı yazarken kendimi rahatsız hissetmem çok doğal.
Başlıktaki soru, bugün Milliyet Cumartesi ekinde yayımlanan bir röportajı okurken aklıma takıldı. Yakında gerçekten ilginç bir romanı yayımlanacak olan Milliyet Cumartesi yazarı Tuba Akyol, bir meslektaşı ile konuşmuş: Elif Şafak…
En son “Bit Palas” isimli romanı yayımlanan Elif Şafak, röportajın bir yerinde şöyle diyor: “Türkiye’de insanların görmeye pek de alışkın olmadıkları bir edebiyatçı tipi var bende. Bunun da birçok insanın kafasını karıştırdığını, birçok insanı rahatsız ettiğini gözlemledim. Bir gençlik, iki kadın olmak, üç görünüşünüzün erkeksi olmaması… Bir ön yargı oluşturuyor. İnsanlar kitabı değil, bunu konuşmaya başlıyorlar.”

Tipine bak, yorum yap!
Doğrusunu isterseniz Elif Şafak’ın şikâyet ettiği soruna tanıklık etmiş durumdayım. Birkaç yerde Şafak’ın son romanı üzerinde konuşulurken, tartışmanın, yazarın “tipi” üzerine yıkıldığına tanık oldum.
Oysa benzeri bir tartışmanın erkek yazarlar için yapıldığına hiç şahit olmadım. Ancak, yazar bir kadınsa, güzelliği de tartışmanın bir parçası olabiliyor, çirkinliği ve erkeksi duruşu da…
Kadın yazarın dış görünüşünün yazdığı eser üzerinde etkili olduğu kanısı hâkim… Genel estetik eğilimin “çirkin” olarak nitelediği yazarın bazı vurgulamalarının, bu çirkinlikten kaynaklanan bir “kompleks” olduğu düşünülüyor. Ya da kadın, genel değerlerimiz çerçevesinde güzel bulunuyorsa, eserin yayımlanma şansı bulması bile buna bağlanabiliyor. Üstelik bunu çoğu kez kadın yazarların bizzat kendileri bile başka kadın yazarlar için yapabiliyor.
Bunun büyük bir haksızlık olduğu çok açık.

Ah o ön yargılar…
Müge İplikçi ve Ümran Kartal, “Cımbızın Çektikleri” isimli deneme kitaplarında (Varlık Yayınları) Richard Allen’den yaptıkları bir alıntıyı aktarıyorlar. Allen’in tezini şöyle özetleyebilirim: Bir fotoğrafa bakarken aslında yeni hiçbir şey görmeyiz. Fotoğrafta algıladığımız şeylerin hepsi daha önce gördüklerimizden oluşmuş anlama biçimleridir. “Anlamanın kişiye has en özel konumu bile geleneklerden süzülür; eski fotoğraflardaki çerçeveli imgelerin bizlerin bugünkü durumunu anlatmasını bekleriz.”
Elif Şafak’ın gazetede yayımlanan fotoğrafını röportajının içinden kesip çıkararak baksaydık ve kim olduğu hakkında daha önceden edinilmiş bir bilgiye sahip olmasaydık, yazar olduğunu düşünür müydük? Buna ihtimal verebilir miydik? Manken, iç mimar, moda tasarımcısı, ressam? Evet, yazar olduğunu düşünmezdik, çünkü kafamıza daha önce yerleşmiş “kodlar”, gördüğümüzü daha önce gördüklerimizle çözümlememizi sağlardı..

Sorun kadın olmak!
Yazar denilince aklımıza ne geliyor? Gazetede küçük bir anket yaptım: Erkek, saçları kırlaşmış, sakalları bile var, bohem, dalgın, uçuk, maceracı, pasaklı… “Yazar” denilince ilk elde kafamızda canlanan tip, asla kadın değil…
Çünkü erkek düşüncesinin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Roman yazmak gibi güç bir işi başaran kişinin erkek olması gerektiği konusunda bir şartlanmamız var. Ve en genel olarak, “erkek gibi davranmak” iyi davranışların müjdecisi sayılırken, “kadın gibi davranmak” kapris, kıskançlık, çıkarcılık, iki yüzlülük gibi aşağıladığımız tutumları çağrıştırıyor…
Ne yazık ki en eğitimli ve en demokrat tutumlu olanlarımız bile bu genel çerçevenin dışına çıkabilmekte çok zorlanıyorlar.
Elif Şafak haklı, güzel olduğu için yazdıkları güzelliğinden sonra akla geliyor… Elif Şafak haksız, çirkin de olsaydı kadın olması yazdıklarının yine önüne geçecekti..
Sorun kadın olmakta… Bunca sosyal gelişmeye rağmen hâlâ böyle…