Kim kurtaracak bu Türk solunu?
Seçim sonuçlarını değerlendirirken Türkiye solunun kendisine şu soruyu sorması lazım:
Muhafazakâr oylar neden bu kadar arttı?
Türkiye seçmeninin çok partili siyasal yaşama geçildiğinden beri “muhafazakâr” eğilimli olduğunu söylemek bu konuda verilecek ilk yanıt. Ama her “ilk yanıt” gibi eksik ve yaşadığımız her seçimi açıklamaya da yetmiyor.
Türkiye’de Bülent Ecevit’in başkanlığındaki CHP’nin 1973 ve 1977 seçimlerinde aldığı oyları nasıl açıklayacağız?
Ya da uzun süre yüzde 30’lar civarında seyreden toplam sol oyların son iki seçimde yüzde 20’ler düzeyine inmiş olmasını?
Sol oyların bölünmüş olması da yeterli bir açıklama değil. Bu açıdan bakarsak siyasetin “sağ” kanadının daha çok parçalı olduğu gerçeğini de görmüş olmamız gerekir.
Dinin siyaset yaşamımızda önemli bir faktör haline gelmesi bir gerekçe olarak ileri sürülebilir. Ama unutmayalım ki dinin siyasete alet edilmesi ilk kez olmuyor. Bu DP’nin siyaset sahnesine çıktığı günlerden beri karşı karşıya olduğumuz bir durum.
Öte yandan güçlü bir orta sınıfımızın olmadığını da biliyoruz.. Güçlü orta sınıflar, düzenlerinin ve rahatlarının bozulmasından endişe ederler ve bu özellikleriyle siyasal davranışlarında muhafazakâr bir tutum izlerler..
Türk solu eriyor, çünkü..
Türkiye ise geniş kitlelerin yoksulluk sınırında yaşadığı, işsizliğin giderek büyüdüğü, ekonomik istikrarsızlığın toplumun her kesimini derinden etkilediği bir ülke.
Böyle bir ülkede geniş kitlelerin muhafazakâr partilerden daha çok sert söylemleri olan marjinal görüşlere ya da sola kaymalarını beklemek gerekirdi.. Zaman zaman marjinal akımların güçlendiğine tanık da olduk bu ülkede.. Refah Partisi’nin, MHP’nin, Genç Parti’nin birer seçimlik patlamalarını böyle açıklamak mümkün.. Aynı şekilde CHP, HP, SHP, DSP’nin geçmişte yakaladıkları başarıyı da ülkenin bu sosyoekonomik tablosuna bağlamak mümkün.
Peki o zaman değişen nedir ki sol hareket Türkiye’de oy kaybediyor?
Türkiye’de “sol siyaset” denilince akla önce bu akımın en büyük parçası ve itici gücü olan sosyal demokrat hareket geliyor…
Kişisel görüşüm şu ki, Türkiye’de sosyal demokrat partilerin oy kaybetmesi, partilerin “sol” kimliklerini kaybetmeleriyle ilişkili..
Bu partiler kendi gerçek kimliklerinden uzaklaştıkları, giderek bir merkez partisine dönüştükleri için gerçek tabanları erimeye yüz tuttu.
Siyasal zemininde kayma olan bir hareketin, geniş kitleleri peşinden sürükleyebilmesinin ise mümkün olamayacağını siyasetle az çok ilgilenen herkes biliyor.
Hiçbiri demokratik değil
Sol hareketler, dünyanın her yerinde her şeyden önce özgürlükçü ve eşitlikçi bir siyaset anlayışını savunurlar..
Bugünkü DSP ve CHP gibi yasakçı, merkeziyetçi ve devletçi politikalar izlerlerse, onların artık “sol” kimliklerinden söz edemeyiz.
Sol partiler dünyanın her yerinde siyasal güçlerinin önemli bölümünü toplumun ezilen kesimlerinin örgütlü gücünden (sendikalar gibi) alırlar. Türkiye’de bundan da söz edemiyoruz.
Bugünkü CHP ve DSP gibi partilerin ekonomik politikalar açısından herhangi bir merkez partisinden çok farklı olmadığını da biliyoruz.
Ve her şeyden önce bu partilerin hiçbiri “demokratik” değil.. Genel Başkanları tarafından esir alınmış partiler söz konusu ve parti içindeki siyasal canlılık, genel başkana muhalefet olarak algılanabiliyor.
Seçimden seçime “canlanan” siyaset, bu partilerin ihtiyaç duyduğu dinamizmi sağlamaya yetmiyor, partinin halkla ve üyeleriyle bağı zayıflıyor, seçim yenilgisi kaçınılmaz oluyor.
Yenilgiyle biten seçim sonrasında tartışılması gereken asıl konu bu partilerin kendi gerçek sol kimliklerine nasıl geri dönebileceği sorusudur.