Meslek hayatımda ilk yalanlanan haberim bir kokteylde Ankara’daki bir fakültenin dekanının söylediği sözler olmuştu.
Dekan, bir bakanla ayaküstü konuşuyordu ve üniversite ile ilgili bir konudan şikâyetçiydi. Ben de hemen yanlarında duruyordum ve konuşulanları kelime kelime dinlemiştim.
Yankı Dergisi’nde çalışıyordum ve derginin “İnsanlar” adını taşıyan bölümü için bu “dedikoduyu” kısaca yazdım ve yazım dergide yayımlandı.
Derginin piyasaya çıktığı gün öğlen saatlerinde patronumuz ve Genel Yayın Müdürü Mehmet Ali Kışlalı beni odasına çağırdı. Konuşmanın dekan tarafından yalanlandığını söyledi. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. 
Olayın nasıl gerçekleştiğini Mehmet Ali Ağabey’e (patronumuzdu ama biz ona hep ‘ağabey’ derdik ve hâlâ öyle diyoruz) anlattım. Beni dinledi ve “Ben sana inanıyorum” dedi. Nasıl rahatladığımı anlatamam… Mehmet Ali Ağabey’in kızdığı vakit nasıl bir “ağabey” olabileceğini bilenler bu rahatlamamın benim için ne anlama geldiğini de anlayacaklardır… 
Bu olay daha sonraki yöneticilik yaşamım boyunca muhabirlerle olan ilişkimde işime çok yarayan bir ders olarak hafızamda yer etti. Asıl olanın yalanlamalar değil, bir muhabir ile yöneticisi arasında kurulan güven ilişkisi olduğunu öğrendim ve hiç unutmadım. 
Yalan söylemeyeceğini değişik olaylarla test ettiğim muhabirlerime, iş arkadaşlarıma hep güvendim. Ve gerektiğinde onlarla birlikte işsiz kalmayı da göze aldım, kolay bırakılamayacak görevlerden ayrılmakta tereddüt etmedim. 
Muhabirime güveniyorum
“Kışlada Kürtçe Türkü” manşetimizle ilgili olarak dört gündür art arda gelen yalanlamalar, Mehmet Ali Ağabey’in dersini bir kere daha önüme koydu.
Haberi yazan muhabirimiz Seçkin Ürey güvendiğim bir arkadaşım. 
İstanbul’da görev yaptığı sürece iyi bir gazeteci olabileceğine inandım ve onu Ankara büromuza yolladım.
Geçmişinde Ankara deneyimi de olan iyi gazetecilerin mesleğimizin geleceği için önemli olduğuna inanıyorum. Üstelik Ankara’daki yönetici arkadaşlarım Fikret Bila başta olmak üzere güvenilir insanlardır. Bir gazetecinin hayatta düşebileceği en büyük tuzak olan sansasyon merakından uzaktırlar ve doğrulanmamış bir haberi atlama pahasına yazmamayı tercih ederler. Seçkin’i Ankara’ya gönderme kararımın ardında böyle meslek büyüklerinin elinde daha iyi yetişeceği düşüncem de vardı. 
“Kışlada Kürtçe Türkü söylenmedi” diyenlerden birisini yakından tanıyorum. Bitlis Valisi Uğur Boran yakın bir arkadaşım, sözüne de, dürüstlüğüne de güvenirim.
Biz kasedi dinledik
Haberi tekzip eden Jandarma Genel Komutanlığı Genel Sekreteri Kurmay Albay Halim Tırkaz’ı tanımam ama görevdeki bir askerin yalan söylemeyeceğini de bilirim. 
Bir gazete yöneticisi olarak durumumun bu nedenle zor olduğunun farkındayım: Muhabirime güveniyorum, ancak yazılanların doğru olmadığını söyleyenler de güvenilir insanlar…
Seçkin’in gecede yaptığı bant kaydı doğal olarak ortamdaki gürültü nedeniyle temiz bir kayıt değil. Ama fonda Türkçe de, Azeri Türkçesi de olmadığı kesin olan bir parça var. Şarkıyı söyleyenlerin tonlamaları, gırtlak oyunları Kürtçe olduğu izlenimini uyandırıyor. 
Karar sizlerin…
Bu sadece benim izlenimim değil. Arkadaşlarımızın kasedi dinlettiği bir müzisyen, sazını alıp aynı türküyü Kürtçe olarak söyledi, türkünün yer aldığı bir CD’yi de bize armağan etti. CD’yi yazı işlerinde topluca dinledik ve ikisinin aynı parça olduğuna inanıyoruz. Gecede bulunan ve Bitlis’e Ankara’dan giden öteki meslektaşlarımız da türkünün Kürtçe olduğunu söylüyor. Masalarında bulunan bazı Kürt kökenli vatandaşlarımız da zaten o gece bunun Kürtçe bir türkü olduğunu söylemiş kendilerine… 
Ya gazeteci arkadaşlarımız ve kasedi dinleyen biz yöneticiler bir kulak aldanmasıyla karşı karşıya ya da haberin doğru olmadığını söyleyenler o gürültü içinde o an için ne olup bittiğini anlama olanağı bulamadılar. Kararı okuyucularımıza bırakıyorum. En doğru yargıyı her zaman onlar verir…
