Medyayı suçla, sorumluluktan kurtul!
Bizim devlet geleneğimiz, başarısız memurun cezalandırılması ya da görevinden alınmasından çok o memuru koruma refleksine sahip.
Memurun yaptığı bir işteki hatasını görmek, o hatayı kabul etmek devletin ya da hükümetlerin kendi aczlerini kabul etmeleri gibi görülüyor.
Hükümetler, hatalı olan memuru görevinden uzaklaştırmak yerine, korumacı bir tavır içine giriyorlar. O memurun yaptığı tüm hatalar örtbas edilmeye çalışılıyor.
Hükümetler ve kamu yöneticileri şunu göremiyorlar: Hatalı memurun cezalandırılmadan görevinde tutulmaya devam etmesi, hatanın sorumluluğunu doğrudan doğruya devlete ve hükümete yüklüyor. Halkın devlete ve hükümete güveni zayıflıyor, zedeleniyor.
Yetersiz olduğu açıkça ortaya çıkan memurun bu tür bir koruma zırhına bürünüvermesi o işi daha iyi yapacak ehil memurların ortaya çıkmasını da önlüyor.
‘Ceberut devlet’ geleneği
İstanbul’daki terör saldırılarının ardından hükümete hâkim olan havada, bu eski “ceberut devlet” geleneğinden AKP’nin de yakasını kurtaramadığını görüyorum.
Büyük değişim vaatleriyle iktidara gelen Başbakan’ın dünkü cenaze törenlerinde söylediği sözler bana bunu düşündürtüyor.
Son olaylardan sonra İstanbul Emniyet Müdürü’nün hâlâ yerinde tutulması da bunun bir başka göstergesi..
Emniyet Müdürü de birinci saldırının arkasından gelen ikinci saldırının sorumluluğunu genel olarak medyaya yüklemeye çalışarak, yine bizim devlet geleneğimizde sıkça rastlanan bir tavrı tekrarlıyor.
Emniyet Müdürü’ne göre medyanın failleri ve uzantılarını deklare etmiş olması, sorumluların yakalanmasını önledi ve ikinci saldırıya yol açtı..
Yani Emniyet Müdürü’ne göre teröristlerin işbirlikçileri ve eylemin planlayıcıları, baktılar ki gazeteler olayın faillerini yazıyorlar, kaçmak yerine hemen oturup ikinci eylemi gerçekleştirdiler.
Boş oturmuyorlarsa…
Bu tür bir eylemin iki üç günde hazırlanamayacağını sokakta top oynayan çocuklar bile biliyor.
Bu tür eylemler bir günde planlanıp uygulanabilecek eylemler değil.
Eylem için istihbarat toplama, araç gereç temin etme, militan bulma gibi güç işler ancak uzun bir zaman süresinde planlanabilir. Zaten bu tür olayların önlenebilme imkânını da bu uzun süre verir. Eğer emniyet ve istihbarat güçleri boşboş oturup başka işlerle uğraşmıyorlarsa tabii..
Yanıtı o vermeli
Öte yandan Emniyet Müdürü’nün sözleri kendi aczini de açıkça ortaya koyuyor.
Gazetecilerin söz konusu bilgilere ulaşmasıyla, bunun gazeteye basılarak halka ulaşması arasında neresinden baksanız en az sekiz saatlik bir süre var. Çoğu durumda bu süre daha da uzun..
Ayrıca, gazeteciler bu bilgileri kendi kendilerine toplamıyorlar. Bilgiler, gazetecilere de emniyet ya da istihbarat güçlerinden geliyor. Bilginin alınmasından yayımlanmasına kadar geçen süre içinde polisin neden gerekli operasyonları yapmadığının yanıtını vermesi gereken kişi de, Emniyet Müdürü..
Kendi açıklamadı mı?
Öte yandan birinci eylemle ikinci eylem arasında geçen süre içinde bizzat Emniyet Müdürü ve Vali, basın toplantısıyla eylemin faillerine ve işbirlikçilerine 12 saatte ulaşıldığını, isimlerinin tespit edildiğini ve hepsinin gözaltına alındığını, eylemi kimlerin yaptığını açıklamamışlar mıydı?
En kolay yolu seçiyor
Emniyet Müdürü, bir bütün olarak medyayı suçlamak yerine bu soruların yanıtını aramalı ve vermeliydi. Ayrıca şunu da açıklamalıydı: Göreve geldiğinden beri sürekli bu tür eylem uyarıları yapılan bir ülkenin en büyük kentinde kaç tane operasyon yaptı? Yabancı güçlerle işbirliği yapacak terörist gruplarla ilgili nasıl bir istihbarat faaliyeti sürdürüldü? Terör eylemlerinin arkasından bu tür kişiler gözlem altına alındı mı? Faaliyetleri takip edildi mi? Muhtemel olayları önlemek için emniyet güçleri İstanbul’da önceden bilinen adresleri bastılar mı? İstanbul Emniyeti, partizanca bir düzen değişikliği için altüst edildi mi? Yıllardır bu kentin hangi taşının altında ne olduğunu iyice bellemiş değerli polisler şimdi nerede görev yapıyorlar?
Bu sorulara hiçbir zaman yanıt alamayacağız çünkü, Emniyet Müdürü’nün bu sorulara vereceği yanıt yok.
Bu sorulara vereceği yanıt olmadığı için de en çok başvurulan kolay yolu tercih ediyor: Medyayı suçluyor. AB üyesi olacak bir ülkede basın özgürlüklerinin kısıtlanmasını isteyebiliyor.