MİLLİYET

Ne çok sevinelim ne de kahrolalım

 K openhag’da çıkan sonuca bakıp sevinmek mümkün: Bugüne kadar Türkiye’nin üyeliği için bir müzakere tarihi vermekte gönülsüz davranan AB, sonunda geç de olsa bir tarih verdi. Artık büyük bir sorunla karşılaşmaz, yapmamız gerekenleri yerine getirebilirsek üyelik görüşmelerine 2005 ortalarında başlayabiliriz ve 2012 – 2015 arasındaki bir tarihte AB üyesi olabiliriz.

Üstelik Tony Blair’in dediğinin gerçekleşmesi, yani hazırlıklarımızı daha önce tamamlayarak 2004 içinde bir müzakere tarihi alabilmek de mümkün olabilir.
Elbette çıkan sonuca üzülmek de mümkün: Verilen tarih Türkiye’deki birçok kişide hayal kırıklığı yarattı. Türkiye iyi niyetli çabaları karşılığında hak ettiği ödülü alamadı.
Hükümetin daha önce “kabul edilemez” olduğunu açıklamasına rağmen 2005’e yönelik bir şartlı tarih verildi.
Yeni üyelerin katılımı, Kıbrıs’ın Rum kesiminin üyeliğinin kabul edilmesi gibi nedenlerle üyeliğe kabul edilmek için ikna etmemiz gereken ülke sayısı bir hayli arttı.

Yeni kriterler eklendi
Kıbrıs sorununun çözümünün Güney Kıbrıs’ın elinin güçlenmiş olması nedeniyle giderek zorlaşacağı da açık.
Bazı yorumcuların belirttiği gibi Birlik, Türkiye’nin üyeliği yolunda Kopenhag Siyasi Kriterleri yanına yeni kriterler de koymuş oldu. Böyle yapılması da geçmiş anlaşmalara uymak konusunda AB’nin çok da gönüllü olmadığını ortaya koydu..
Görüldüğü gibi ne çok sevinmemize izin veren bir tablo var, ne de üzüntüden kendimizi yiyip bitirmemizi gerektirecek bir tablo..
Birçok kişi AKP Hükümeti’ni bu sonuç nedeniyle başarısız bulacak..
Hatta Abdullah Gül, zirveyle ilgili olarak yaptığı değerlendirmedeki yumuşak tutumu nedeniyle eleştirilecek.
Bunu yapmadan önce şu soruları da kendi kendimize sormamız gerekiyor: AKP Hükümeti ne yapabilirdi?
1999’da verilen “Kopenhag Siyasi Kriterleri’ne uyacağız” sözünün tutulmamış olmasından bir aylık bir hükümet ne ölçüde sorumlu tutulabilir?
2005 tarihinin “kabul edilemez” olduğunu daha önce açıklamış bir hükümet, bu yeni durum karşısında ne yapmalıydı? AB ile bütün köprüleri atmak gerçekten bu sorunu çözebilecek bir siyasi çıkış olabilir miydi?

‘Yola’ devam etmeli
Objektif davranacaksak bugünkü hükümeti, bu sonuçtan sorumlu tutmak mümkün değil.
Hükümet, bu karar karşısında AB ile köprüleri atmayarak kendi çalışma programını uygulamaya devam edeceğini söylemiş olmakla da doğru bir tavır sergiledi.
Şimdi yapmamız gereken tek şey var: Kopenhag Kriterleri’ne uyum için gereken ne varsa onları gerçekleştirmeye devam etmek.. Sadece siyasi kriterler için değil, ekonomik kriterlere uyum için de çalışmak..
Bütün bunları başarmış bir Türkiye’nin AB üyeliğine kabul edilip edilmemesi de artık bizim sorunumuz olmaktan çıkacak. Türkiye bunları gerçekleştirmeyi başardığı gün gerçekten güçlü bir ülke olarak gerektiğinde tek başına ayakta kalabileceğini kanıtlayacak.
Yapılması gereken de sadece budur: Çok sevinmeden, hayal kırıklığının yolumuzu tıkamasına izin vermeden, daha önce çizdiğimiz yolda ilerlemek..
Türkiye bunu yapabilecek güçte bir ülkedir.