Sevgin için 'yaşamayı' göze alacaksın!
Faruk Aksoy’un filmi Yeşil Işık, daha çok Hülya Avşar’ın “dublörü” meselesi ile gündeme geldi.
Pretty Woman’daki uzun ve düzgün bacakların, filmin oyuncusu Julia Roberts’a ait olmadığını hiç tartışma gereği duymamıştık oysa… Dünya film piyasasında da böyle bir tartışma yapıldığını hiç duymadım.
Sadece bu durumun bile meşhur “Türkün, Türkten başka dostu yok” sözünü “Türkün, Türkten başka düşmana ihtiyacı yok” diye çevirmemize yeteceğini düşünüyorum.
Filmin iki baş rol oyuncusunun sevişme sahnelerinde dublör kullandıkları ve bu nedenle seyirciye saygısızlık yapıldığı görüşüne hiç katılmıyorum.
Türkiye’de, Türk filmi izleyicisi genellikle aptal yerine konur. “Önüne ne korsan koy yerler” diye düşünülür. Bir kere bu film, bu genellemenin dışına çıkan az sayıdaki çalışmadan biri… Özenle yazılmış özgün bir senaryosu, gerçekten çok para harcanmış özel efektleri, kendi sınırlarını aşmaya çalışan oyunculuğu, özel olarak yaratılmış müzikleri ve yönetmenin her bir kareden taşan titizliğinin yarattığı atmosferiyle bu film her şeyden önce seyirciye saygı duyulduğu izlenimini uyandırıyor bende.
Filmi izleyenler ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır.
Aşk için ölmeli (mi?)
Bugün üzerinde sohbet etmek istediğim konu filmin afişinde yazılan bir sözle ilgiliydi aslında: “Aşıksan cesur olacaksın… Sevdiğin için ölümü göze alacaksın.”
Sezen Aksu’nun şarkısındaki gibi: “Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk!”
Cesaretin sınırı nedir? Ölmek gerçekten bir insanın sevdiğine verebileceği en büyük armağan mıdır? Yoksa bir ceza mıdır? Ya da sadece ölümü seçenin kaybettiği, hiçbir işe yaramayacak bir “geri çekilme” mi?
Eğer bir istatistik tutma olanağımız olsaydı ve bir aşk ilişkisinde en çok tekrarlanan sözler arasında bir sıralama yapabilseydik, sanıyorum “seni seviyorum”un ardından ikinciliği “Ölüm bizi ayırıncaya kadar” sözü alırdı. Gerçi Jamie Turndorf bu sözün sonradan “daha önce ben seni öldürmezsem”e dönüşebileceğini de iddia ediyor ama şimdi konumuz bu değil.
Roland Barthes, intihar düşüncesinin aşkın alanı içinde olduğunu ve en ufak olumsuzluğun bile âşık insanda böyle bir duyguyu çağrıştıracağını yazıyor. Bunun kolay ve basit bir düşünce olduğunu vurguluyor. Genç Werther’in Acıları’ndan şu alıntıyı yapıyor: “Yokluğunun yazgılarında yaratacağı boşluğu dostların duyarlar mıydı?”
Hangi tavır daha cesur?
Allahtan ki hiç kimse, başka biri için ölmeye, söylediği kadar kadar kolay karar veremiyor ve bu yüzden aşkın bu “şantajcı” yönü, aşığın acılarını kendisiyle konuşabilir hale getirmesinden başka bir sonuç doğurmuyor.
Bu açıdan bakınca filmin afişindeki önermeye de tümüyle karşıyım.
Hayır, cesareti ölüm ile sınama düşüncesini doğru bulmuyorum. Cesareti asıl vurgulayacak şey ölüp mağlubiyeti ve geri çekilmeyi kabul etmek değil, tam tersine kararlı bir şekilde aşkın varlığında ayak diretmektir diye düşünüyorum.
Bütün dünya aşkıma karşı olsa da, aşık olduğum insan bile artık beni sevmediğini söylüyor olsa da, cesaret bu ayak diremede yatar.
Gasset şöyle yazıyor: “Bir kez bile sevmek, onsuz bir evren (her şey o tek nesneye bağlı olduğuna göre) bulunabileceği olasılığını yadsımak demektir. Ama bunun, sonunda aynı şeye indirgendiğini gözden kaçırmamak gerekir; o “şey” bize bağlı olan “şey”e sürekli olarak ve isteyerek yaşam katmaktır. Sevmek, sevilen şeye sonu gelmez bir çabayla canlılık katma, onu yaratma, isteyerek koruma eylemidir.”