MİLLİYET

Slogan yaklaşımlar yerine mantıklı çıkarımlar!

 Türkiye’deki “Amerikan düşmanlığı” ile ilgili olarak ABD hükümetinin rahatsızlığının giderek daha yüksek seviyelerde ifade edilmeye başlandığını biliyoruz.
The Wall Street Journal gazetesinde geçtiğimiz hafta yayımlanan bir makale, bu şikâyetin salt siyasi düzeyde kalmayacağını, ekonomik sonuçlar da doğurabileceğini ve artık ciddiye alınması gerektiğini de gösteriyor.

Söz konusu makalenin bu gazetede yayımlanması bir tesadüf değil.
Bu gazete bugüne kadar Türkiye taraftarı bir yayın çizgisinde ısrar etti. Şimdi bu makale ile, ABD yönetimi, Amerikan iş çevrelerine bir “uyarı fişeği” de atmış oluyor.
Türk şirketlerinin gelecekte Amerikan şirketleri ile iş yapmakta zorlanacağını görürsek şahsen buna hiç şaşırmayacağım.

Arap’tan çok Arapçı!
Türkiye’deki ABD aleyhtarı havanın, ABD yönetiminin ilgisini çekmesinin en önemli nedeni hiç kuşku yok ki Başbakan ve yakın çevresinin verdiği bazı beyanatlar oldu.
“Araplardan daha çok Arapçı bir tutum” diye tanımlayabileceğimiz sözler ve davranışlardan söz ediyorum.
Öyle görünüyor ki Başbakan, daha önce ABD’nin Türkiye’ye biçtiği “Müslüman Arap ülkelerine rol modelliği” rolünü, fikrin sahiplerinden daha çok ciddiye almış.
Uluslararası politikadaki deneyim eksikliği ile bu rolü ciddiye almanın bir araya gelmesi, bugünkü sonucu yaratıyor.
Öte yandan Türkiye’deki ABD düşmanlığının son iki yıl içinde yaygınlaştığı ve bunda Amerikan yönetiminin payının çok ciddi olduğu gerçeğini de ihmal etmemek gerek.

Aydınlar da öyle..
Clinton’ın Türkiye ziyaretinde ülkeye hâkim olan havanın Irak müdahalesi sonrasında nasıl birdenbire değiştiğini hatırlayalım.
Bir de Türkiye’nin kendine özgü toplumsal yapısının rolünü unutmamak gerek.
Geleneksel “İslamcı” çevreler ile geleneksel “sekter sol” çevrelerin neden ABD karşıtı olduklarını açıklamaya bile gerek yok.
Ancak ilginç olan, bugün programı daha çok “demokratikleşmeye” indirgenmiş olan ılımlı sol çevrelerde bile Amerikan düşmanlığının yaygınlaşmasıdır.
“Türk toplumunun kendine özgü yapısı” dediğim şey burada ortaya çıkıyor.
Bu, en genel tanımıyla başına gelenlerden başkalarını sorumlu tutma eğilimidir..
ABD’ye bugün hâkim olan yönetim zihniyetinin de beslediği bir şey bu..
Türkiye’deki birçok çevrenin nezdinde ABD, “her şeye hâkim olan”, “her şeyi kontrol altında tutan” bir ülke..
Ve işin ilginci Türkiye’nin aydın kadroları da kendilerini bu durumdan kurtaramıyorlar.

İçerisi daha etkiliydi
Pazar günkü Radikal’de yayımlanan söyleşisinde Prof. Dr. İzzettin Önder, bakın ne diyor: “AKP’nin iktidara gelmesinin asıl nedeni 57. hükümetin kara delikleri değildi. AKP iktidara geldi, çünkü ABD’nin ılımlı İslam projesinin tam göbeğinde yer alıyordu.”
Başka birisi söylese belki gülüp geçeceğim sözler ama Prof. Dr. Önder’i ciddiye alınması gereken bir bilim adamı olarak gördüğüm için bu sözlerine takıldım.
ABD’nin ılımlı İslam projesi olmasaydı, AKP seçimleri kazanamayacak mıydı?
Bunda “içeride” olan bitenlerin rolü yok muydu?
Yolsuzlukların yol açtığı ekonomik krizlerle bunalmış bir halk, ezilen kitlelere güven verici politikaları oluşturup anlatmakta güçlük çeken bir sosyal demokrat partinin varlığı ve halkın yeni bir yüz arayışının seçim sonuçlarında rolü yok muydu?
Bütün bunlar, seçim sonuçları üzerinde ABD’nin ılımlı İslam projesinin beklentilerinden daha fazla etkili oldu.

İyi ilişkiler iyidir!
Kişisel olarak, ABD ile düzeyli ve iyi ilişkiler içinde olmanın Türkiye’nin hem uluslararası planda oynayabileceği roller açısından, hem de günlük ekonomik çıkarları açısından vazgeçilmez olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’nin aydınlarının sorumluluğunun da, çok alkış alacak kolaycı – slogancı yaklaşımlar yerine ciddi tahlillere dayanan yaklaşımları benimsemek olduğuna inanıyorum.