Türküm, doğruyum, çalışkanım, vergi vermem
Kimin fikriydi bilmiyorum, yanlış hatırlamıyorsam 1970’lerin ortaları olmalı, bir gün bütün vergi dairelerinin bulunduğu binalara büyük harflerle şu yazı yazıldı: İradesi ile kendisini vergilendiren halk, millettir!
Aradan geçen bunca yıldan sonra bugün geldiğimiz noktadan bakınca aslında yazının şöyle olması gerekiyordu: İradesi ile vergi vermek istemeyen halk, Türk milletidir!
Türkiye’nin yaşadığı ekonomik krizin en önemli nedeni kamu harcamaları ile kamu gelirleri arasındaki büyük fark. Devlet, bu farkı kapatmak için yüksek faizlerle borçlanmak zorunda kalıyor, sonra bu borcu ödemek için yine borçlanıyor, yine borçlanıyor, yine borçlanıyor…
Kamu giderlerinin neden yüksek olduğunu biliyoruz. Nitekim bugün hükümet Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en cesur kararlarını alarak kamu giderlerinin küçültülmesi yolunda önemli adımlar atıyor.
Artık siyasi kaygılarla çeşitli çevrelere para dağıtmak anlamına gelen kamu bankalarının ‘görev zararı’ olmayacak. Aynı şekilde siyasetin bir aracı haline gelen destekleme alımları da tarihe karışıyor. Kamu kesimindeki aşırı istihdamı önleyecek, savurganlıklara son verecek düzenlemeler yapılıyor. Siyasetçiler uzun bir ayak diremeden sonra belki de kendi siyaset yapma olanaklarını ellerinden alacak düzenlemeleri IMF’nin zorlamasıyla, ekonomik zorunluluklarla yapıyorlar
Çoğunluk ‘kaçırıyor’
Ancak bütün bunlar yeterli değil. Türkiye’nin kamu giderlerini kısmak kadar kamu gelirlerini arttırması da zorunlu. Kamu harcamalarının önemli alt yapı yatırımları, savunma, eğitim, sağlık, enerji gibi alanlarda kısılması mümkün değil ve zaten medeni bir ülkede yaşamak istiyorsak bu harcamaların kısıtlanmasına da karşı çıkmak zorundayız.
Bütün bu tür harcamaların ekonomiyi büyütecek sonuçlar yaratması bunun gerçekçi, sürdürülebilir, sağlam kaynaklarla finanse edilmesiyle mümkün olabilir. Vergi de bunun en önemli kaynağı.
Türkiye’de vergi vermek zorunda kalmayan hiç kimse vergi ödemiyor. Ücretli ve maaşlıların bundan kaçması zaten mümkün değil. Büyüklükleri gereği kayıt altında olmak zorunda kalan sanayicinin, tüccarın da vergiden kaçması zor. Bu kesimlerin dışında kalan hiç kimse vergi vermiyor, en azından kazancıyla oranlı vergi ödemiyor.
Vergi tarifelerinin yüksekliği ve yüksek enflasyonun muhasebeleştirilememesi Türkiye’nin bir başka sorunu. Bu da önemli ölçüde vergi kaçağına yol açıyor, mükellefi hayatta kalabilmek için kaçakçılığa zorluyor.
Götürü usulde, hayat standardı esasıyla vergilendirilen mükelleflerin vergi ödediğini söylemek zor. Bu kesimlerin ödediği vergi, gelirleriyle kıyaslandığında ‘hiç’ değerinde.
Acilen ‘adil’ vergi
Türkiye’de bütün kesimleri vergi şemsiyesinin altına alacak ‘mali milat’ uygulamasından çeşitli gerekçelerle vazgeçildi. Bu gerekçelerin bir kısmının haklı olduğunu ben de kabul ediyorum. Vergi oranları bu kadar yüksekken, enflasyonun öz sermayeyi yıpratıcı etkisi giderilmeden yapılacak bir mali milat uygulamasının sonuç alamayacağı en başından belliydi.
Ancak kamuyu sağlam gelir kaynaklarına kavuşturmak için bütün kesimlerin adil bir vergi düzeni içine alınmaları, şimdi olduğu gibi belirsiz bir tarihe bırakılmamalıydı.
Hükümetin önünde şimdi en acil görev olarak bu duruyor: Türkiye’nin vergilendirilmemiş gelir bırakmayan, adil ama mükellefi de öldürmeyen bir vergi sistemine geçmesi.
Kaçırdığımız her kuruş verginin bize ekonomik kriz olarak geri döneceğini artık hepimiz öğrenmiş olmalıyız.