MİLLİYET

Yabancı sermaye korkusunu aşmak için mantıklı nedenler

 Bankalardaki yabancı sermaye payının belli bir oranla sınırlandırılması ile ilgili düşünceler olduğunu geçen hafta gazeteler yazdı.

Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’in bu fikri ortaya atmasındaki amacının, düşüncenin kamuoyunda tartışılmasını sağlamak olduğunu düşünüyorum.
Konuyla ilgili değişik gazetelerde yayımlanmış birçok yorum okudum.
Bankalardaki yabancı sermaye oranının sınırlandırılmasını gerekli görenlerin düşüncelerini genel olarak şöyle özetlemek mümkün:
– Yabancı bankalar, Türk bankalarına göre daha tutucu olurlar ve kredi verirken daha titiz davranırlar.. Bu da Türkiye’de özellikle küçük işletmeler açısından kredi sorunu yaratabilir.
– Yabancı bankalar kârlarını yurtdışına transfer ederler.. Bu da Türk ekonomisi için kaynak kaybı anlamına gelir.

Korkmamak gerek
Bu görüşlerde elbette doğruluk payı var. Peki acaba, bunlardan korkmak mı gerekir?
Benim kişisel düşüncem bundan korkmamak gerektiği..
Türkiye’de bankacılık sisteminde yabancı bankaların varlığı, bankacılık sektörüne bizim pek alışık olmadığımız bir disiplin getirebilir.
Önce kendimize şunu sormalıyız: Eğer bankacılık sistemimiz böyle bir disipline sahip olabilseydi, yakın geçmişte bankalardan kaynaklanan ekonomik krizleri yaşar mıydık?
Hiç kuşkusuz böyle bir durumla karşılaşmayacaktık.
Ne bankaların kaynakları sahipleri tarafından hortumlanacaktı, ne de bankalar hesapsızca açtıkları pozisyonlarını geri dönmeyecek kredilerle çarçur edeceklerdi..
Kişisel olarak bankacılık sektörünün “tutucu” ellerde olmasından güven duyarım.
Çünkü her şeyden önce bu “tutuculuk”, esasen işin ciddiyetle yapılmasını ve halktan toplanan mevduatların güvende olmasını sağlar.
Yakın geçmişte yaşadığımız ekonomik krizlerden en az zarar gören Türk bankalarının, sektörün en “tutucuları” olması bir tesadüf değil elbette..
Aynı şekilde bugün Türkiye’nin en büyük ve sağlam bankalarının sistemimizin bütününe göre daha “tutucu” olduklarını da hatırlamalıyız..

Haksız rekabet biter
Yabancı sermayeli bankaların, küçük işletmelere kredi vermekte gönülsüz davranabilecekleri düşüncesine gelince..
Şunu düşünmeliyiz: Yabancı sermayeli bankalar Türkiye’ye niye geliyor? Mevduat toplayıp üstünde yatmaya mı, yoksa bankacılık yaparak para kazanmaya mı?
Hiç kuşku yok ki, o bankalar da topladıkları mevduatı kredi olarak satmak ve bu işlemden para kazanmak isteyecekler.
Ve bu kredileri verirken ince eleyip sık dokuyacaklar, kredilerini batırmamak isteyecekler, iş yapma potansiyeli olan, sağlam işletmelere kredi vermekte tereddüt etmeyecekler.
Araya “hatır işleri” de girmeyeceği için elbette kredi taşıma potansiyeli olmayan işletmelere kredi vermekte gönülsüz davranacaklar..
Bunun sağlıklı bir ekonomik yapının oluşturulması sürecinde çok önemli olduğunu düşünüyorum.
İşini iyi yapamayanların yaratacağı haksız rekabet de ortadan kalkacağı için, gerçekten büyüme potansiyeline sahip işletmeler bu işten kârlı çıkacaklardır.

Sistemin mantığına aykırı
Elde edilecek kârların yurtdışına çıkarılmasının ekonominin kaynak kaybına yol açacağı görüşü de yine sistemin mantığı gereği havada kalıyor.
Yabancı bankalar, elde edecekleri kârın bir bölümünü dışarıya transfer etseler bile önemli bölümünü yine burada kendi işlerini geliştirmek için kullanacaklardır.
Bunu yapmayan, kârının tümünü dışarı çıkarmak isteyen banka, büyüyen bir ekonomide, giderek küçülür ve değerini yitirir..
Hiçbir “müdebbir” bankacının yapmak istemeyeceği bir şey bu..
Şunu unutmamalıyız: Türkiye’ye gelerek bir banka satın alan yabancı sermaye, ne kadar “yabancı” olursa olsun artık “yerli” bir kuruluş haline dönüşmüş olur.
Ekonomimizin bir parçası haline dönüşür, kendi servetini koruyabilmek için bu ekonominin gelişmesine, disipline girmesine çalışır..
Yabancı sermaye korkusu, sadece burada işlerini eski bildik usullerle yönetmek isteyenler için geçerli olması gereken bir korkudur.. Dünya ekonomik sisteminin işleyen bir parçası olmak isteyenlerin değil..