72 yılın en garip seçimi
Yarın hep birlikte bir kez daha sandıklara gidecek ve oy kullanacağız. Erken seçim kararı alındığından beri hepimiz nefes nefese bugüne doğru koştuk, durduk.
İnsan bazı durumlarda ormana girdiği zaman ağaçları göremeyebiliyor. Seçimlere bir gün kala kendimi seçim kampanyalarının gürültücü telaşından kurtarmayı başarabildim.
20 yıIdır gazeteci olarak bir çok seçim izledim.
Hemen belirtmeliyim ki, bu seçim, bugüne kadar gördüğüm en garip seçim. Hatta benden daha tecrübeli ve yaşlı gazetecilerin anlattıklarıyla kendi gözlemlerimi de birleştirerek rahatlıkla söyleyebiliyorum ki, bu seçim cumhuriyet tarihinin en garip ve saçmalık dolu seçimi.
Ben hayatımda bu seçimdeki kadar insanların kararsız kaldığı ve birbirlerine “kime oy vereyim?” diye sorduğu bir seçim görmedim.
Siyasetle ilgisi sadece seçimlerde oy vermek olanlardan tutun da, günlük aktif siyasetin içinde olanlara kadar hemen her kesimden insan birbirine aynı soruyu sorup durdu: Kime oy vermeli?
Hatta, eşi bir partiden milletvekili adayı olan sosyetik bir hanımın, bir kokteylde arkadaşlarına “oyumuzu kime vereceğiz” diye sorduğunu da duydum.
Daha da komiği arkadaşlarının “yahu senin kocan milletvekili adayı, sen ona oy vermeyecek misin?” diyecek yerde ona akıl öğrettiklerine bile tanık oldum.
Bu soruyla bizzat kendim de o kadar sık karşılaştım ki, biraz pehlivan tefrikasına döndürmeyi de göze alarak “kararsızlar için rehber”den tam sekiz tane yazdım.
Haddimi aşarak kime oy verilmesi gerektiği konusunda ahkamlar kestim.
İşin ilginç yönü hiç bir okuyucumdan da “sen bizim işimize ne karışıyorsun be adam” tepkisini almadım. Tam tersine, rehber yazılarımı daha sık yazmam konusunda teşvik edildim.
Bir başka gariplik ise medyanın bir kesiminin tutumuydu.
Posta olarak Refah Partisi dışında tüm partilere karşı aynı mesafede durmaya çalıştık. Refah’a neden karşı olduğumuzu açıkça söyledik. Projektörlerimizi özel olarak Refah’ın üzerine yönelttik.
Ancak diğer partiler arasında ayrım gözetmemeye çalıştık. Günlük koşturma içinde bazen kantarın topuzunu kaçırmış olabiliriz. Okuyucularımızın bunu anladıklarına ve Posta’nın tarafsızlığı konusunda bize hak vereceklerine inanıyorum.
Tansu Hanım aleyhine kaç yazı yazdıysak, bir o kadarını Mesut Bey için de yazdık.
Baykal’ı eleştirdiysek, yeri gelince Ecevit’e vurmaktan da geri durmadık.
Bir tek şeyi gözetmeye çalıştık: Demokratik ve laik cumhuriyetin geleceği!
Bunun dışında hiçbir hesap bizi ilgilendirmedi. Sadece ve sadece okuyucumuzun haber alma, Türkiye’de olup bitenleri öğrenme hakkına saygı göstermeye ve bu haklarını korumaya çalıştık.
Ancak bazı televizyon ve gazeteler, her işlerinde olduğu gibi seçimde taraf tutmayı da abarttılar.
Onların kimler olduğunu sizler, iyi biliyorsunuz.
Yeni bir basın kavgasına yol açmamak için isim veremiyorum.
Ama söylemeden de geçemeyeceğim bir başka komiklik var.
Dünkü gazetelerden birisinde Mesut Yılmaz’ın masonluğu birinci sayfanın tamamına yayılan bir haber olarak verilmiş.
Mesut Yılmaz, mason olduğu gerekçesiyle eleştirilmiş.
Olayın ilginç yönü, o gazetenin künyesinde “yayıncı” diye adı geçen zatın da bir zamanlar “aktif”, şimdi “uykuda” mason olması.
Daha da ilginci o gazeteyi yayınlayan yayınevinin koordinatörlerinden birisi de halen “üstad-ı muhterem” derecesinde mason.
Peki bu masonluk bu kadar kötü ve eleştirilecek bir şeyse, sizin o localarda ne işiniz vardı kuzum?
Bırakın da bu tür eleştirileri, bir mason locasının yanından bile geçmemiş olanlar yapsın.
Seçim kampanyasının başka bir saçmalığı da basına getirilen kısıtlamalar ve yasaklardı.
Bir seçim kampanyasında ilk kez bu kadar çok gazete toplatma kararı verildi, ilk kez bu kadar çok televizyon kapatıldı.
Posta gibi tarafsız bir gazete bile sansürden payını iki kere toplatılarak aldı..
Adeta siyaset yazmak ve siyaset konuşmak yasaklandı.
Artık bütün bunlar geride kaldı.
Yarın seçim var.
İşlerinizi bugünden ona göre ayarlamayı ihmal etmeyin. Seçime katılanların sayısındaki azalmanın, Refah’ı tek başına bile iktidara getirebileceğini unutmayın.