Bugün Türkiye, 1982 Anayasası ile yapabileceği en geniş katılımlı, en demokratik seçimlerinden birini gerçekleştirecek. Seçime katılan partiler, siyasetin en sağından en soluna kadar geniş bir yelpaze oluşturuyorlar.
Propaganda süresinin kısalığı ve bazı anlamsız yasaklar gibi olumsuz faktörlere rağmen, siyasi partiler görüşlerini, neler yapabileceklerini, Türkiye’yi nereye götüreceklerini iki aydır anlattılar. Bugün artık söz seçmenin.
Bugün sandık başına gidecek milyonlar, Türkiye’nin geleceği için karar verecekler.
Kime oy vereceğine daha hala karar verememiş seçmen kaldı mı bilemiyorum. Ama seçmen olma hakkını kazanmış her Türk vatandaşı bilmeli ki, bugün kullanılacak bir oy kadar, kullanılmayacak oyların da bir değeri ve anlamı var.
Ne demek istediğimi bir örnekle biraz açmak istiyorum. Bugün seçim yasakları lehte ve aleyhte propagandayı da yasakladığı için örneğimi somut partiler üzerine veremeyeceğim.
Diyelim ki seçime altı parti katılıyor.
Eğer o toplumda seçmen olan herkes sandık başına gider de oyunu kullanırsa, toplumdaki genel eğilime uygun bir tablo sandıktan çıkacaktır.
Hiç bir parti, diğerine göre haketmediği bir üstünlük sağlayamayacak, toplumda var olan gücünden daha fazla milletvekili çıkaramayacaktır.
Zaten seçim sistemleri üzerinde bu kadar çok kafa yorulmasının da sebebi budur.
Toplumdaki genel eğilimleri, parlamentoya en iyi yansıtabilecek sistem başarılı, bazı görüşlerin olduğundan fazla, ya da bazı görüşlerin olduğundan az temsiline yol açan sistemler ise başarısızdır.
Türkiye, bu seçimlerde batı demokrasilerinde yıllardır denenmiş bir sistemi tercih etti. Yüzde onluk bir ülke barajıyla da desteklenen D’hondt sisteminin, nispi temsili en iyi sağlayabilecek bir sistem olduğu konusunda bütün uzmanlar fikir birliğindeler.
Ancak az önce de söylediğim gibi bu sistemin başarısı, seçmenlerin tümünün oy kullanması ile mümkün olabilir.
Şimdi diyelim ki bu altı partiden en kuvvetli üçünün güçleri birbirine yakın.
Eğer bu partilere oy verebilecek seçmenlerin bir bölümü o gün oylarını kullanmazlarsa, meclise yansıyacak tabloda güçlü partilerin sayısı ikiye ve belki de bire inmiş olacaktır.
Şimdi siyasi partiler üzerine çalışmalar yapan bilimadamlarının söylediklerini hatırlayalım.
Uzmanlara göre, belirli bir ideolojinin bayraktarlığını yapan, kadroları geniş kitle partilerine göre daha militan davranan siyasi partiler, toplumda var olan potansiyellerini, rakiplerine göre sandığa daha iyi yansıtmayı başarabiliyorlar.
Bu yüzden, eğer seçimlere katılım düşük olursa, gerçek güçlerinden daha da çok sayıda milletvekilliği kazanıp, ülkelerinin geleceğinde söz sahibi olabiliyorlar.
Diyelim ki bir kitle partisi olan A partisinin toplumdaki gücü ile belirli bir ideolojiyi yaygınlaştırmaya çalışan B partisinin toplumdaki güçleri birbirine eşit: Yüzde 20.
Eğer seçimlere katılım düşük olursa bu A partisinin daha az oy almasına yol açıyor. B partisinin bir kaybı olmuyor, çünkü onun militanları seçmenlerini sandığa götürmeyi ve oylarını kullandırtmayı başarabiliyorlar.
Bu durumda aslında güçleri birbirine eşit olan iki partiden B partisi, A partisine göre daha çok milletvekilliği kazanıyor ve ülkenin yönetiminde daha çok söz sahibi oluyor.
İşte seçimlere katılımın önemi burada yatıyor.
Bugün ülkemiz önemli bir kavşakta.
Seçimlere katılım düşük olursa, bu kavşakta döneceğimiz yön, daha militan olan ve ideolojik olarak toplumun uç kesimlerini temsil eden partinin istediği yön olacaktır.
Yani kullanılmayan her oy, aslında toplumun bütününün benimsemediği militan partiye verilmiş gibi olacaktır.
Onun için bugün ilk İşimiz gidip oy kullanmak olmalıdır.
Oyunuzu hangi partiye vereceğinizin burada hiçbir önemi yoktur. Yeter ki gidin ve oyunuzu kullanın.
Türkiye’nin geri kalmış bir Ortadoğu ülkesi olmaması için, laik ve demokratik cumhuriyetin devamı için sandık başına gidin.
Türkiye bugün sizden bu kadarcık bir fedakarlık bekliyor, bunu ona çok görmeyin!