At sineklerinin vızıltısı
Sokrates, ölümünden önce “Atina uyuşuk bir at. Ben de onu uyandırmaya çalışan bir at sineğiyim” demişti. Bu sözünün cezasını, uyandırmaya çalıştığı Atinalılar tarafından bir kupa baldıran zehiri içmek zorunda bırakılarak ödedi.
Ancak ölüsü de bir at sineğinin yapabileceğinden çok daha fazlasını yaptı. Bizlere, toplumda geçerli olan değerlerle, doğru ya da ideal olan değerler arasında büyük çelişkiler olabileceğini gösterdi.
Sokrates’i bir kez daha hatırlamama yol açan şey Dünya’da geçtiğimiz hafta sonu olup bitenler oldu.
Biliyorsunuz bir süredir Fransa ayakta. Paris’te yaşamı felç eden olaylar, çalışan kitlelerin “sağ” ekonomik politikalara isyanıyla başladı.
Ekonomi yönetmeyi yalnızca “para ile oynamak” zanneden sağ ekonomik politikalar Fransa’da ciddi bir kitle tepkisiyle karşılaştı.
Bütçe açıklarını kapatmak bahanesiyle, çalışan kesimleri bir kez daha kemer sıkmaya zorlama politikası artık yürümüyor.
1991’de “sonsuza kadar çöktü” gözüyle bakılan Rus Komünist Partisi ise pazar günkü seçimleri birincilikle bitirdi. Rusya’nın yeni yöneticilerinin kapitalistleşme sürecinde insan unsurunu yok sayan politikaları iflas etti.
Çalışan kitleler, pek matah olmasa da eski rejimin nispeten daha insancıl politikalarını özlediklerini gösterdiler.
Türkiye’de iktidara en yakın olan siyasi partilerin seçim öncesi ilan ettikleri ekonomik programlara bakarsanız, herkes Mersin’e giderken, biz tersine gitmeye devam edeceğiz.
Bir yandan Refah’ın asla uygulanamayacak hayalci reçeteleri, diğer yanda ANAP ve DYP’nin, bin kere denenmiş, her defasında çalışan kesimlerin biraz daha fakirleşmesinden başka hiçbir sonuç vermemiş ekonomik programları.
Uzmanlar, seçimlerden sonra ciddi bir ekonomik istikrar programının uygulanmasının kaçınılmaz olduğunu söylüyorlar.
Sizin anlayacağınız, seçimden kim galip çıkarsa çıksın bizler açısından durum değişmeyecek.
Faiz geliriyle yaşayanlar biraz daha zenginleşecekler, buna karşılık işçi-memur-esnaf-sanayici biraz daha fakirleşecek.
Çetin Altan bir yazısında Türk siyasetçilerinden bahsederken, “hepsi hazineyi söğüşleme yarışında mesleklerinden vazgeçmişlerdir” diyor.
Bir süredir sürdürülen seçim kampanyasının oturtulduğu temellere bakılırsa, siyasetçilerimiz bırakın mesleklerinden vazgeçmeyi, hazine söğüşleme işini varlıklarının tek sebebi haline getirmiş gibi görünüyorlar.
Seçim yarışındaki parti liderlerinin birbirleri hakkındaki suçlamaların yarısı bile doğruysa, seçime katılan dürüst tek bir lider yok demektir.
Yeri gelmişken bir kaç cümleyle değinmeden geçemeyeceğim bir olay da şu Sayıştay hikayesi.
Güya liderler, mal varlıklarının hesabını Sayıştay’a verecekler, Sayıştay da kimin dürüst, kimin hırsız olduğunu açıklayacak.
Sayıştay’ın böyle bir incelemeyi asla yapamayacağını, Anayasa’nın ve yasaların buna imkan tanımadığını bizlerden daha iyi onların bilmesi gerekiyor.
Hal böyleyken Sayıştay’ı devreye sokmanın amacı, kafa karıştırmak ve rakibine belden aşağı bir yumruk atmak hesabından başka ne olabilir?
Türkiye’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin araştıramayacağı, soruşturamayacağı hiçbir konu olamaz.
Her siyasi partiden bir kişinin katılacağı bir komisyon kurularak mal varlıkları pekala araştırılabilir. Ayrıca Cumhuriyet Savcıları, bu kadar iddiayı neden ihbar olarak kabul etmezler? Neden liderler dokunulmazlık zırhının arkasına saklanıp, kendilerini kovuşturacak savcıların elini kolunu bağlarlar?
Eğer bu konuda samimiyseler, önce tek tek sahip oldukları mallan nasıl aldıklarını kendileri bir açıklasınlar.
Bakalım söylediklerinin inandırıcı bir tarafı var mı?
Evet sevgili okuyucular, görüyorsunuz, Türk siyasetinin kısır tartışmalarından biz gazeteciler bile kendimizi kurtaramıyoruz.
Bu yazıya başlarkenki amacım çok başkaydı.
Bugün bizler, Türkiye’de seçim toz dumanı içinde birbirimize saldırırken dünyada çok ilginç gelişmeler oluyor.
Bir bölümünü yazımın hemen başında aktardığım bu gelişmelerin Türkiye’yi etkilememesi düşünülemez.
Ama biz hala daha Mesut Yılmaz-Tansu Çiller kavgasıyla vakit yitirdiğimiz için bu çok önemli gelişmeleri göremiyoruz bile.
Bizim siyasi partilerimize bakılırsa Türkiye yeni bir kemer sıkma dönemine hazır olmalı.
Toplumun üretici kesimleri sıkıntı çekerken, faiz geliriyle beslenen asalaklar biraz daha semirmeli.
Çünkü Türkiye’de şu anda “yükselen değerler” böyle emrediyor. Fransa’da işçileri yıllardır ilk kez bu kadar kızdırıp ayağa kaldıran; Rusya’da halkı komünistleri tercih etme noktasına getirecek kadar bunaltan “yükselen değerler” bunlar. Bizim politikacılarımıza da “hazineyi söğüşlemek mübahtır” dedirten “yükselen değerler…”
Evet, Sokrates bizlere, toplumda geçerli olan değerlerle, doğru ya da ideal olan değerler arasında büyük çelişkiler olabileceğini gösterdi, demiştim.
Sokrates’i bir kez daha hatırlamakta haksız mıyım dersiniz?