Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Kimi önce öder, kimi sonra…

İki gün önceki yazımda Çetin Altan’ın yıllar önce yazdığı bir yazı­dan söz etmiştim. Yazıyı bulursam köşemde aynen yayınlayacağımı söylemiştim.

Dün arayan ve Posta’yı çok sevdiği­ni söyleyen bir okuyucum, yıllar önce Güneş’te yayınlanmış bu yazıyı kesip sakladığını, istersem gönderebileceğini söyledi.

Teklifi sevinçle kabul ettim.

İki nedenle: Birincisi, okuyucuları­ma verdiğim ve ne zaman tutacağımı bilemediğim bir sözü hemen yerine getirme imkanını bana tanıdığı için.

İkincisi ise, bu vesileyle Çetin Altan hakkında bir-iki kelime yazma fırsatını bana vereceği için.

Bizim meslekte insanlar birilerini sevdiklerini yazmak için onun ölmesini bekliyorlar.

Bunun mesleki kıskançlıktan mı, yoksa başka bir şeyden mi kaynaklan­dığını bilemiyorum.

Mesleğe başladığım ilk günden beri böyle bir gazeteci olmayı hiç isteme­dim.

Başkalarının başarılarından mem­nun oldum. Hele o başarının sahibi es­ki bir arkadaşımsa bununla gurur da duydum.

Bu yüzden de birisinin yazdığını-çizdiğini beğeniyorsam, bunu söylemek için ölmesini bekle­medim.
Çetin Altan’ın bütün kitaplarını oku­dum. Gazete köşelerinde yazdığı yazı­lan izledim. Hep onun gibi akıcı bir türkçeyle yazmak istedim.

Kimbilir, belki de beni gazeteci ol­maya iten şey, taa ortaokul sıralarında, yatakhanede gizli gizli okuduğum, yakalanınca müdürden dayak yediğim köşe yazılarıydı.

Çetin Altan dünkü köşe yazısına “Gelecek yıl, yine bu tarihlerde kimse­nin anımsamayacağı konularda yazı yazmaya kalkmak, ne kadar anlamlı, yahut ne kadar anlamsızdır kestiremi­yorum” diyordu.

Galiba işin püf noktası da buydu.

Başkası yazsa bırakın gelecek yılı, yarın bile anlamsız gelebilecek konular Çetin Altan gibi yazabilmekti marifet!

Tanrı uzun ömürler versin diyerek Çetin Altan’ın “Kimi önce öder, kimi sonra” başlıklı yazısını sunuyorum:

‘Tütüncüden sigarayı aldın mı, sigaranın parasını verecek karşılığını öde­yeceksin.

Yağmurda gezmeyi seviyorsan ıslanıp sıçana dönerek karşılığını ödeye­ceksin.

Oyuncak bir kadına aşık olmuşsan .karşılığını ödeyeceksin kahrola kahrola..

Akşam yemeğinde dayanamadın soğanlı kıymalı yumurta yedin; mi­dende şişkin bir ağırlıkla, uykunda karabasanlar göre göre, ödeyeceksin karşılığını..

Müdür içeri girdiğinde, ayağa kalk­mama keyfini tattın; ödeyeceksin kar­şılığını bir ay sonra ambar memurluğu­na tayin edilerek..

Yükseklerden atlama zevkiyle, tut­tun damdan atladın. Ayaklarınla belke­miğini kırarak ödeyeceksin karşılığını.

Halim efendi sana “Nasılsınız” dedi, sen de Halim efendiye ” Siz nasılsınız” dedin ödedin karşılığını..

Dün gece bir davette sabahlara ka­dar güldün eğlendin; bugün ödeyecek­sin karşılığını, oturduğun yerde uyuklaya uyuklaya..

Bir hanımla aşna fişne oldu; bir ay geçmeden, inen bir şahmerdan, cilveli telefon konuşmasında;
Haberin var mı, hamileyim.” Başından aşağı geçen bir kazan kaynar suyla, ödeyeceksin karşılığını, çaresi var mı?

Napoleon olmak büyük başarı, Saint Helene’de ödedi karşılığı­nı. Orhan Veli otuz altısında ayrıldı dünyadan; o da öyle ödedi Orhan Veli olmanın karşılığını..

Leylek, “karşılığını ödemem, diyor­du yazı geçirdiğim yerlerin”; olanağı var mıydı bunun; oraya, beş bin kilo­metrelik bir yolu uça uça gelirken ödemişti yarısını, öteki yansını da döner­ken ödeyecekti…

Kedi kaptı ciğeri, karşılığını ödeme­den. Bir tekme indi beline, ödedi kar­şılığını..

Uzaya ilk giden olmanın büyük şere­fi.. Beş yıl süreyle, binbir belalı deneyde kobay gibi yaşayarak, çok daha önce­den ödenmişti. Döndükten sonra da sü­ren, boşluktaki korku cinnetleri de, öde­nen faturaya ekstradan eklendi.

Eski İstanbul konaklanyla köşkle­ri, az tadını çıkarmadı, köyler­den hizmet ettirmek için getirtti­ği Anadolu çocuklarının. Ve şimdi ödüyor karşılığını, lahmacun, arabesk ve pazar pikniklerindeki süprüntü epidemisiyle..

Bira ne iyi geldi, buz gibi; şişenin parasını vermek yetmez ödemeye kar­şılığını; en az üç kez de koştura koştura tuvalete fırlayacaksın, borçlu kalma­mak için soğuk bira kekasına..

Anneni çok mu sevdin, ödeyecek­sin karşılığını üzüle üzüle, en ufak has­talığına..

Doğdun mu güzelim yeryüzüne, so­nunda oradan kaybolarak ödeyeceksin onun da karşılığını.
Güneşe dimdik bakınca, karşılığını ödüyorsun kör olarak…

Ve insanlar düşünürler durmadan, yapabilecekleri şeyleri, ödemeden kar­şılığını…

Bulurlar da bazan, çölde çökmüş de­venin gölgesinde dinlenmek gibi.. Ya­hut hapşırmadan enfiye çekmek gibi…

Kimi de hergün bin kat daha fazla­sından öder karşılığını; görebil­mek için kendini, aynalarda sadece insan gibi…”