Kimi önce öder, kimi sonra…
İki gün önceki yazımda Çetin Altan’ın yıllar önce yazdığı bir yazıdan söz etmiştim. Yazıyı bulursam köşemde aynen yayınlayacağımı söylemiştim.
Dün arayan ve Posta’yı çok sevdiğini söyleyen bir okuyucum, yıllar önce Güneş’te yayınlanmış bu yazıyı kesip sakladığını, istersem gönderebileceğini söyledi.
Teklifi sevinçle kabul ettim.
İki nedenle: Birincisi, okuyucularıma verdiğim ve ne zaman tutacağımı bilemediğim bir sözü hemen yerine getirme imkanını bana tanıdığı için.
İkincisi ise, bu vesileyle Çetin Altan hakkında bir-iki kelime yazma fırsatını bana vereceği için.
Bizim meslekte insanlar birilerini sevdiklerini yazmak için onun ölmesini bekliyorlar.
Bunun mesleki kıskançlıktan mı, yoksa başka bir şeyden mi kaynaklandığını bilemiyorum.
Mesleğe başladığım ilk günden beri böyle bir gazeteci olmayı hiç istemedim.
Başkalarının başarılarından memnun oldum. Hele o başarının sahibi eski bir arkadaşımsa bununla gurur da duydum.
Bu yüzden de birisinin yazdığını-çizdiğini beğeniyorsam, bunu söylemek için ölmesini beklemedim.
Çetin Altan’ın bütün kitaplarını okudum. Gazete köşelerinde yazdığı yazılan izledim. Hep onun gibi akıcı bir türkçeyle yazmak istedim.
Kimbilir, belki de beni gazeteci olmaya iten şey, taa ortaokul sıralarında, yatakhanede gizli gizli okuduğum, yakalanınca müdürden dayak yediğim köşe yazılarıydı.
Çetin Altan dünkü köşe yazısına “Gelecek yıl, yine bu tarihlerde kimsenin anımsamayacağı konularda yazı yazmaya kalkmak, ne kadar anlamlı, yahut ne kadar anlamsızdır kestiremiyorum” diyordu.
Galiba işin püf noktası da buydu.
Başkası yazsa bırakın gelecek yılı, yarın bile anlamsız gelebilecek konular Çetin Altan gibi yazabilmekti marifet!
Tanrı uzun ömürler versin diyerek Çetin Altan’ın “Kimi önce öder, kimi sonra” başlıklı yazısını sunuyorum:
‘Tütüncüden sigarayı aldın mı, sigaranın parasını verecek karşılığını ödeyeceksin.
Yağmurda gezmeyi seviyorsan ıslanıp sıçana dönerek karşılığını ödeyeceksin.
Oyuncak bir kadına aşık olmuşsan .karşılığını ödeyeceksin kahrola kahrola..
Akşam yemeğinde dayanamadın soğanlı kıymalı yumurta yedin; midende şişkin bir ağırlıkla, uykunda karabasanlar göre göre, ödeyeceksin karşılığını..
Müdür içeri girdiğinde, ayağa kalkmama keyfini tattın; ödeyeceksin karşılığını bir ay sonra ambar memurluğuna tayin edilerek..
Yükseklerden atlama zevkiyle, tuttun damdan atladın. Ayaklarınla belkemiğini kırarak ödeyeceksin karşılığını.
Halim efendi sana “Nasılsınız” dedi, sen de Halim efendiye ” Siz nasılsınız” dedin ödedin karşılığını..
Dün gece bir davette sabahlara kadar güldün eğlendin; bugün ödeyeceksin karşılığını, oturduğun yerde uyuklaya uyuklaya..
Bir hanımla aşna fişne oldu; bir ay geçmeden, inen bir şahmerdan, cilveli telefon konuşmasında;
Haberin var mı, hamileyim.” Başından aşağı geçen bir kazan kaynar suyla, ödeyeceksin karşılığını, çaresi var mı?
Napoleon olmak büyük başarı, Saint Helene’de ödedi karşılığını. Orhan Veli otuz altısında ayrıldı dünyadan; o da öyle ödedi Orhan Veli olmanın karşılığını..
Leylek, “karşılığını ödemem, diyordu yazı geçirdiğim yerlerin”; olanağı var mıydı bunun; oraya, beş bin kilometrelik bir yolu uça uça gelirken ödemişti yarısını, öteki yansını da dönerken ödeyecekti…
Kedi kaptı ciğeri, karşılığını ödemeden. Bir tekme indi beline, ödedi karşılığını..
Uzaya ilk giden olmanın büyük şerefi.. Beş yıl süreyle, binbir belalı deneyde kobay gibi yaşayarak, çok daha önceden ödenmişti. Döndükten sonra da süren, boşluktaki korku cinnetleri de, ödenen faturaya ekstradan eklendi.
Eski İstanbul konaklanyla köşkleri, az tadını çıkarmadı, köylerden hizmet ettirmek için getirttiği Anadolu çocuklarının. Ve şimdi ödüyor karşılığını, lahmacun, arabesk ve pazar pikniklerindeki süprüntü epidemisiyle..
Bira ne iyi geldi, buz gibi; şişenin parasını vermek yetmez ödemeye karşılığını; en az üç kez de koştura koştura tuvalete fırlayacaksın, borçlu kalmamak için soğuk bira kekasına..
Anneni çok mu sevdin, ödeyeceksin karşılığını üzüle üzüle, en ufak hastalığına..
Doğdun mu güzelim yeryüzüne, sonunda oradan kaybolarak ödeyeceksin onun da karşılığını.
Güneşe dimdik bakınca, karşılığını ödüyorsun kör olarak…
Ve insanlar düşünürler durmadan, yapabilecekleri şeyleri, ödemeden karşılığını…
Bulurlar da bazan, çölde çökmüş devenin gölgesinde dinlenmek gibi.. Yahut hapşırmadan enfiye çekmek gibi…
Kimi de hergün bin kat daha fazlasından öder karşılığını; görebilmek için kendini, aynalarda sadece insan gibi…”