Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Başkanlık sistemine doğru

Hiç kimsenin kazanmadığı, ama kaybedenin çok olduğu bir genel seçimi geride bıraktık. Türkiye, siyasetin dar bir yelpazeye sıkıştığı bir parlamentodan çıkacak hükümet tarafından yönetilecek.

Demokrasilerde seçim sonuçlarına saygı esastır. Dolayısıyla, bu seçimle kurulacak Meclis’in içinden çıkacak her türlü hükümet formülü meşru ve demokratiktir.

Herkesin bir an önce bunu içine sindirmesi gereklidir.

Seçim öncesinde söylenen, seçim sonuçlan açıklanırken de parti liderleri tarafından tekrarlanan “Refah’la asla” sözünün bu açıdan çok fazla manalı olmadığını düşünüyorum.

Oyların beşte birini almış partilerden DYP ya da ANAP’ın hükümet kurmaya ne kadar hakları varsa, Refah Partisi’nin de o kadar hakkı vardır.

Bu nedenle siyasetin parlamento içinde üretebileceği meşru formüller arasında Refah’lı bir çözümü gözardı etmemek gerekir.

Refah, her ne kadar kendisini “sistem dışı” olarak tanımlasa da aslında sistemin bir parçasıdır.

Bu sistem içinde gelişmiş, bu sistem içinde iktidara talip olmuş, bu sistem içinde seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştır.

Siyasetin normal mecrasının dışına çıkarılması anlamına gelebilecek suni çözümlerin, ileride telafisi daha da güç sonuçlar yaratabileceğini unutmamalıyız.

Şu andaki akla yakın tablo DYP ve ANAP’ın yanlarına CHP ya da DSP’den birisini alarak üçlü bir koalisyon kurması gibi görünüyor.

Böyle bir çözümün, oy tabanı açısından da kurulabilecek en geniş tabanlı hükümet olabileceğini dikkate almalıyız.

Ayrıca ANAP içinde, Refah ile koalisyona sıcak bakan bir grubun varlığı da bir gerçek.

ANAP ile ittifak yaparak Meclise giren BBP’nin de böyle bir formüle daha sıcak olduğu biliniyor.

Bu yüzden parlamentoda güvenoyu alabilecek bir hükümetin kurulmasında ANAP’ı “kilit parti” olarak görüyorum.

ANAP, şu andaki yapısı itibariyle bünyesinde daha çok kutup bulunduran bir parti izlenimi uyandırıyor.

Mesut Yılmaz’ın, liderliğinin tartışma konusu bile yapılabileceği bir dönemden nasıl sıyrılabileceğini göreceğiz.

Eğer bu badireyi de atlatabilirse, Mesut Yılmaz’ı da tıpkı Süleyman Demirel gibi uzun yıllar Türk siyasetinin içinde göreceğiz demektir.

Bakalım ne olacak?

Benim kişisel görüşüm, Türkiye’nin mevcut Anayasal düzeninin artık siyasetin gereklerine uymakta zorluklar yaratacağı yönünde.

Bundan sonra bir değil bir çok seçim de yapsak, karşımıza çıkabilecek tablo bugünkünden çok farklı olmayacak.

Bir kısım siyasi partinin birleşmesiyle elde edilebilecek bazı aritmetik değişikliklerin, çok geçmeden yine sandıkta eşitlenmesi kuvvetli bir olasılık olarak önümüzde duruyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Kurtuluş Savaşı’nın kendine özgü koşulları içinde yöneldiği parlamenter sistem artık ömrünü doldurmak üzere gibi görünüyor.

Hükümetlerin yasama organının içinden çıktığı sistemlerde bu tür tıkanmalar normal.

Bu tıkanmaların demokrasisi gelişmekte olan ülkelerde yaratabileceği sakıncaları da dünyada en iyi yine biz Türkler biliyoruz.

Bugün Amerika’da en yetkin örneğini izlediğimiz “başkanlık sistemi’nin, bu tür tablolarla karşılaşılması durumunda bile bir rejim bunalımına yol açmadan ülkeyi yönetilebilir kılması, Anayasal düzenimizi bir kez daha gözden geçirmemizi zorunlu kılıyor.

Turgut Ozal’ın sağlığında üzerinde şöyle konuşulup geçilen başkanlık sistemine doğru kaçınılmaz bir gidiş görüyorum.

Troçki vaktiyle doğu toplumlarının “bir kişinin iktidarını özlediğinden” söz etmişti.

Ne kadar batılı olmaya çalışsa da doğulu kimliğini bir türlü üzerinden atamayan Türk halkının da benzer bir özleminin olduğunu düşünüyorum.

Siyasi parti genel başkanlarının, normal bir parlamenter sistemdeki benzerlerinden daha güçlü olmalarının sebebi belki de bu özelliğimizden kaynaklanıyor.

Başkanlık sisteminin en temel özelliği de işte budur: Demokrasiyle kişisel iktidarı birleştirebilmek.

Bununla birlikte ABD Anayasası bu bireylere mutlak bir yetki de vermez. Çünkü iki dereceli bir seçimle halk tarafından seçilen başkanların karşısında seçimle gelmiş bir parlamento da vardır ve kamu gücü bu iki rakip organ tarafından paylaşılır.

Kesin bir güçler ayrılığı vardır ve seçimle işbaşına gelmiş yöneticilerin, halk karşısındaki yetkileri de Anayasa ile sınırlandırılmıştır.

Bu da başkanın giderek bir diktatör olmasının önündeki en önemli engeli oluşturur.

Hükümet krizi biter bitmez yeni bir Anayasal düzen için hep birlikte bu konuyu düşünmeliyiz.