Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Bu tadı seviyorum

Dün hayatımın en heyecanlı günlerinden birini daha yaşa­dım. Aslında bu heyecan bir kaç haftadır içten içe sürüyordu, ama sizlerden ve birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan bu heyecanımı saklamaya çalıştım.

Televizyon reklamlarında ve gazetelerdeki ilanlarda siz de izlemiş olmalısınız. Dün Türkiye yeni bir spor gazetesi ile daha tanıştı. Türkiye’nin yeni spor gazetesi artık Fanatik adını taşıyor.

Fanatik’i burada, Posta’nın içinde aramıza yeni katılan arkadaşlarla birlikte hazırladık. Milliyet’in tecrübeli spor servisinin ve Kanal D’nin rating rekortmeni spor programcılarının da Fanatik’e çok büyük katkıları oldu.

Hep birlikte büyük bir aile olarak yepyeni bir çocuğu dünyaya getirmenin heyecanını yaşadık.

Dün bu heyecan zirvesindeydi. Günler ve geceler boyu süren emekler ya bir günde heba olacak ya da hak ettiği değeri bulacaktı.

Yaysat’daki arkadaşlarımızdan dün sabahın ilk saatlerinden itibaren aldığı­mız haberler Fanatik’in sizler tarafından da benimsendiğini ortaya koydu, Fanatik bir çok yerde sabah erkenden tükendi. Basabildiğimiz gazetenin ilk güne göre çok büyük bir bölümü satıl­dı. Derin bir nefes aldık.

Bu yüzden günlerdir yaşadığımız acı-tatlı olayları, heyecanı sizler­le paylaşmak istedim.

Bu satırları yazmaya oturduğumda önce ürktüm. Son zamanlarda Türk basınının bir bölüm yazarına musallat olan ve çok eleştirdiğim bir duruma düşmekten korktum. Yazacağım yazının “çok kişisel” olmasından çekindim.

Bazıları gibi şahsi meselelerimle ka­fanızı ağrıtacağım düşüncesi ile müca­dele ettim.

Ama sonunda işte gördüğünüz gibi yazmaya karar verdim. Bunun nedeni, bugüne kadar benim için “şahsi” gibi görünen bu işin bir yönüyle de toplu­mun bütününü ilgilendirdiğini düşünmemdi.

Sonuç olarak bu yayınları sizler için hazırlıyorduk. Biz gazeteciler ve siz okuyucular büyük bir bütü­nün iki parçasıyız aslında. Birbirimizle hergün selamlaşıyor, her gün karşılaşı­yoruz.

Sizler olmadan bizler olamazdık. Aynı şekilde gazeteler olmadan da in­sanların olup bitenlerden haberdar olmaları, yaşadıkları dünyada olup biten­leri öğrenmeleri söz konusu olamazdı.

Bütün bunların konunun “şahsi” yö­nünü hafifleteceğini düşündüm.

Aslında yeni bir yayını hazırlamak, kadrolarını oluşturmak, reklamcılara “brief ‘ini vermek, yayın politikasını belir­lemek, görsel tasarımı için kafa yormak benim için çok yeni bir duygu değil.

Meslek hayatımın son 10 yılı nere­deyse sadece bununla geçti diyebilirim.

Dün saydım, Sedat Simavi’nin dave­tiyle Hürriyet’e geçtiğim 1985 senesi­nin yazından beri tam 30 değişik yayın hazırlamışım.

Bunlardan sadece üç tanesi gazete: Spor, Posta, Fanatik..

Geri kalanları benim esas sevgilile­rim olan dergiler. Gururla söylüyorum ki her türden (erkek dergileri, kadın dergileri, otomobil dergileri, haber der­gileri, gençlik ve müzik dergileri, sine­ma dergisi) 27 değişik dergi yayınla­dım. Bunların 23 tanesi halen yayın hayatını sürdürüyor. Benden sonra gö­revi devralan genç gazetecilerin yöne­timinde benzer bir başarı çizgisini sür­dürüyor. Kapatılan dört tanesinin ise sorumlusu ben değilim.

Türkiye’de halen yayında olan iki büyük haber dergisini de ben ha­zırladım ve yayınladım. Tempo ve Aktüel ile hala övünüyorum.

Ama en çok sevdiğim meslek haya­tımın ikinci dergisi olan Blue Jean.

Onu çok sevmemin nedeni yayınla­dığımız günlerde 150 bin adeti geçen satışlara ulaşması değil.

Blue Jean’i birlikte yayınladığımız ekibin tümü üniversite öğrencisiydi. Gazeteciliğe ilk kez orada adım atıyorlardı. Tabir yerindeyse onları ben ye­tiştirdim. Bugün Posta’da önemli gö­revler üstlenen arkadaşlarımdan bazıla­rı ile o dergide tanıştım. Yazıişleri mü­dürlerimizden Hande Özcan, editörü­müz Yeşim Denizel, köşe yazarımız Betül Bülay’ı her görüşümde o günleri hatırlıyorum.

Fanatik dediğim gibi 10 yılda yayın­ladığım 30. yayın. Yani ortalama her dört ayda bir benzeri bir heyecanı ya­şamışım.

Ama bu durum her seferinde daha da çok heyecanlanmamı engellemiyor.

Bunun sebebi, benim “Antonius sendromu” dediğim şey değil. Fıkrayı siz de biliyorsunuzdur. Antonius, are­nada 99 gladyatörü yendikten sonra yüzüncüde yere düşmüş. Bütün tribün­ler genellikle hakemlere söylenen o kötü tezahürata başlamışlar.

Ben de Antonius gibi bir gün ge­lip düşmekten korkmuyorum. Arkadaşlarımla birlikte şimdi yepyeni bir heyecana daha yelken açı­yoruz. Yakında sizlere bir başka yayın­la daha merhaba diyeceğiz.

Bana soruyorlar “bıkmadın mı” di­ye. Evet bıkmadım. Hiç bir zaman pa­raşütle bir yayının tepesine indirilmeyi, hak etmeden bir görevi sürdürmeyi dü­şünmedim.

Ben, bu heyecanı seviyorum. Ben bu tadı seviyorum.

Ben, satın aldığı gazete ve dergiler­den sonra beni arayıp, “elinize sağlık” diyen okuyucuların seslerindeki zafer duygusunun tiryakisiyim.

Ne mutlu bana, dün bu telefonlar­dan onlarca aldım.

Sağolun, varolun!