Bu tadı seviyorum
Dün hayatımın en heyecanlı günlerinden birini daha yaşadım. Aslında bu heyecan bir kaç haftadır içten içe sürüyordu, ama sizlerden ve birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan bu heyecanımı saklamaya çalıştım.
Televizyon reklamlarında ve gazetelerdeki ilanlarda siz de izlemiş olmalısınız. Dün Türkiye yeni bir spor gazetesi ile daha tanıştı. Türkiye’nin yeni spor gazetesi artık Fanatik adını taşıyor.
Fanatik’i burada, Posta’nın içinde aramıza yeni katılan arkadaşlarla birlikte hazırladık. Milliyet’in tecrübeli spor servisinin ve Kanal D’nin rating rekortmeni spor programcılarının da Fanatik’e çok büyük katkıları oldu.
Hep birlikte büyük bir aile olarak yepyeni bir çocuğu dünyaya getirmenin heyecanını yaşadık.
Dün bu heyecan zirvesindeydi. Günler ve geceler boyu süren emekler ya bir günde heba olacak ya da hak ettiği değeri bulacaktı.
Yaysat’daki arkadaşlarımızdan dün sabahın ilk saatlerinden itibaren aldığımız haberler Fanatik’in sizler tarafından da benimsendiğini ortaya koydu, Fanatik bir çok yerde sabah erkenden tükendi. Basabildiğimiz gazetenin ilk güne göre çok büyük bir bölümü satıldı. Derin bir nefes aldık.
Bu yüzden günlerdir yaşadığımız acı-tatlı olayları, heyecanı sizlerle paylaşmak istedim.
Bu satırları yazmaya oturduğumda önce ürktüm. Son zamanlarda Türk basınının bir bölüm yazarına musallat olan ve çok eleştirdiğim bir duruma düşmekten korktum. Yazacağım yazının “çok kişisel” olmasından çekindim.
Bazıları gibi şahsi meselelerimle kafanızı ağrıtacağım düşüncesi ile mücadele ettim.
Ama sonunda işte gördüğünüz gibi yazmaya karar verdim. Bunun nedeni, bugüne kadar benim için “şahsi” gibi görünen bu işin bir yönüyle de toplumun bütününü ilgilendirdiğini düşünmemdi.
Sonuç olarak bu yayınları sizler için hazırlıyorduk. Biz gazeteciler ve siz okuyucular büyük bir bütünün iki parçasıyız aslında. Birbirimizle hergün selamlaşıyor, her gün karşılaşıyoruz.
Sizler olmadan bizler olamazdık. Aynı şekilde gazeteler olmadan da insanların olup bitenlerden haberdar olmaları, yaşadıkları dünyada olup bitenleri öğrenmeleri söz konusu olamazdı.
Bütün bunların konunun “şahsi” yönünü hafifleteceğini düşündüm.
Aslında yeni bir yayını hazırlamak, kadrolarını oluşturmak, reklamcılara “brief ‘ini vermek, yayın politikasını belirlemek, görsel tasarımı için kafa yormak benim için çok yeni bir duygu değil.
Meslek hayatımın son 10 yılı neredeyse sadece bununla geçti diyebilirim.
Dün saydım, Sedat Simavi’nin davetiyle Hürriyet’e geçtiğim 1985 senesinin yazından beri tam 30 değişik yayın hazırlamışım.
Bunlardan sadece üç tanesi gazete: Spor, Posta, Fanatik..
Geri kalanları benim esas sevgililerim olan dergiler. Gururla söylüyorum ki her türden (erkek dergileri, kadın dergileri, otomobil dergileri, haber dergileri, gençlik ve müzik dergileri, sinema dergisi) 27 değişik dergi yayınladım. Bunların 23 tanesi halen yayın hayatını sürdürüyor. Benden sonra görevi devralan genç gazetecilerin yönetiminde benzer bir başarı çizgisini sürdürüyor. Kapatılan dört tanesinin ise sorumlusu ben değilim.
Türkiye’de halen yayında olan iki büyük haber dergisini de ben hazırladım ve yayınladım. Tempo ve Aktüel ile hala övünüyorum.
Ama en çok sevdiğim meslek hayatımın ikinci dergisi olan Blue Jean.
Onu çok sevmemin nedeni yayınladığımız günlerde 150 bin adeti geçen satışlara ulaşması değil.
Blue Jean’i birlikte yayınladığımız ekibin tümü üniversite öğrencisiydi. Gazeteciliğe ilk kez orada adım atıyorlardı. Tabir yerindeyse onları ben yetiştirdim. Bugün Posta’da önemli görevler üstlenen arkadaşlarımdan bazıları ile o dergide tanıştım. Yazıişleri müdürlerimizden Hande Özcan, editörümüz Yeşim Denizel, köşe yazarımız Betül Bülay’ı her görüşümde o günleri hatırlıyorum.
Fanatik dediğim gibi 10 yılda yayınladığım 30. yayın. Yani ortalama her dört ayda bir benzeri bir heyecanı yaşamışım.
Ama bu durum her seferinde daha da çok heyecanlanmamı engellemiyor.
Bunun sebebi, benim “Antonius sendromu” dediğim şey değil. Fıkrayı siz de biliyorsunuzdur. Antonius, arenada 99 gladyatörü yendikten sonra yüzüncüde yere düşmüş. Bütün tribünler genellikle hakemlere söylenen o kötü tezahürata başlamışlar.
Ben de Antonius gibi bir gün gelip düşmekten korkmuyorum. Arkadaşlarımla birlikte şimdi yepyeni bir heyecana daha yelken açıyoruz. Yakında sizlere bir başka yayınla daha merhaba diyeceğiz.
Bana soruyorlar “bıkmadın mı” diye. Evet bıkmadım. Hiç bir zaman paraşütle bir yayının tepesine indirilmeyi, hak etmeden bir görevi sürdürmeyi düşünmedim.
Ben, bu heyecanı seviyorum. Ben bu tadı seviyorum.
Ben, satın aldığı gazete ve dergilerden sonra beni arayıp, “elinize sağlık” diyen okuyucuların seslerindeki zafer duygusunun tiryakisiyim.
Ne mutlu bana, dün bu telefonlardan onlarca aldım.
Sağolun, varolun!