Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

CHP'de neler oluyor?

Posta’nın CHP Büyük Kurultayı’nı değerlendiren manşeti “Bölünme Kurultayı” (10 Eylül 1995) şeklindeydi.

O gün, CHP’li yöneticilerin sitemlerine maruz kaldık. Hatta ileri gidip bizi “MHP’Iilikle” suçlayanları bile oldu.

(Yeri gelmişken bir konuya daha değinmek istiyorum. CHP’li bir kısım yönetici bizi MHP’lilikle suçlarken, bazı MHP’liler de “CHP’lilik” yapmakla it­ham ediyorlar. DYP’liler ANAP’lı, ANAP’lılar DYP’li olduğumuzu iddia ediyorlar. Refah’lılar geri durur mu? Onlar da bizi particilik yapmakla suçlu­yorlar. Ben anlayamıyorum, şimdi biz bütün bunların hepsini birden 12 say­falık bir gazetede yapmayı nasıl başarıyoruz? Bizde mi bir acaiplik var, yoksa bir gazetecinin normal olarak yapması gerekenleri yaptığımız için bizi eleşti­ren partililerde mi? Buna da siz karar verin!)

Posta’nın iki ay önce söyledikleri bi­rer birer gerçekleşiyor.

CHP, “birleşme-bütünleşme” kurul­tayının üzerinden iki ay geçmeden da­ğılma sürecine geliyor.

Üstelik bu dağılma, genel seçimlere topu topu bir ay kala gerçekleşiyor.

Şimdi siz bu tabloya bakarak, CHP’nin büyüdüğünü, güçlendiğini, kurultaydan güçlenerek çıktığını, sos­yal demokratların artık bir tek çatı al­tında olduğunu söyleyebilir misiniz?

Eğer adınız Deniz Baykal ya da Ali lopuz değilse bu soruya olumlu bir ya­nıt vermeniz mümkün değil.

Peki ne oldu da, sosyal demokratlar tam seçimin öncesinde yeniden bölünmeye başladılar?

Ya da ne değişti ki, iki ay önce DSP’nin yüzüne bile bakmayan bazı politikacılar şimdi DSP saflarında yer alıyorlar?

Değişen ve olan hiçbir şey yok as­lında.

Sadece eski bir deyişle “herşey aslı­na rücu ediyor”.

Deniz Baykal’ın “birleşik sosyal de­mokratların lideri” rolünü oynayama­yacağı, eski “takımcı” kişiliğini muhafa­za ettiği çok söylendi.

Şimdi de olan bundan ibarettir.

Deniz Baykal ve yakın mesai arkadaşları, eski hastalıklarının iyileşmediğini ortaya koyuyorlar.

Böyle olmasaydı, CHP’nin birliği ve bütünlüğünü en çok koruması gere­kenler, gidenleri ikna edip geri dön­dürmeye çalışacaklarına, arkalarından sevinçle el çırpmazlardı.

Ali Topuz’un özellikle Mümtaz Soysal’ın arkasından sarfettiği sözlerdeki seviyesizliği bakalım sosyal demokrat sessiz çoğunluk nasıl içine sindirecek?

Seçim araştırmaları, yaklaşık 9 mil­yon seçmenin hala kararsız olduğunu gösteriyor.

Bu, toplam seçmen sayısının nere­deyse üçte biri.

Yani her üç seçmenden birisi karar­sız.

Böylesine önemli bir seçime gidilir­ken, bu kadar kararsız insan varken, bir parti yöneticisi birleştirici ve uzlaştırıcı bir rol mü oynamalıdır, yoksa “gi­den gitsin, kalanlar bize yeter” aldır­mazlığı mı sergilemelidir?

Eğer CHP yöneticileri cevap olarak ikinci şıkkı seçiyorlarsa, gazaları müba­rek olsun.

Bakalım 24 Aralık’ta barajı geçme­lerine yetecek kadar “takım arkadaşı” bulabilecekler mi?

İzzetbegoviç evine dön!
Bosna’da kanı durdurmak gibi asil bir amaçla kılıflanarak Boşnak ulusuna zorla kabul ettirilen sözde barış anlaş­ması hakkındaki görüşlerimi dün yaz­mıştım.

Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in, anlaşmada rol oynayan devlet adamlarını bu “büyük” başarılarından do­layı kutlayan mesajlarını dün okuyunca kan bir kez daha beynime sıçradı.

Ben hemen kendi adıma tüm dünya­ya ilan ediyorum ki, Cumhurbaşkanımı­zın bu konuda söyledikleri vatandaş Mehmet olarak beni hiç ama hiç bağla­mıyor.

Cumhurbaşkanımızın diplomatik ne­zaket gereği çektiği mesajlar, belli ki Dışişleri’ndeki ya da Köşk’teki bazı monşerler tarafından ifadeleri biraz abartılarak hazırlanmış.

Tüm Türkiye biliyor ki, Bosna’daki mezalimin arkasındakilerden birisi hatta en önemlisi de Sırbistan’ın devlet başka­nı Miloseviç’tir.

Türk Cumhurbaşkanı’nın diplomatik nezaket gereği olarak bile, bu katile me­saj gönderirken kullandığı kelimeleri da­ha iyi seçmesini beklerdim.

Miloseviç yaptıklarının hesabını dile­rim bu dünyada verir.

Türkiye Cumhurbaşkanı’nın mesajın­da Türk halkının duygularına karşı daha duyarlı olması gerektiğini de umarım bi­zim verdiğimiz vergilerle maaşını alan danışmanlar bu olayla öğrenmişlerdir.

Son bir sözüm de Izzetbegoviç’e..

Gerçek lider ve devlet adamı gücü­nün sınırlarının nereye kadar olduğunu bilen adamdır.

Gerçek lider, halkını maceralara sürükleyip perişan etmeden önce bu gü­cün sınırlarının idrakine varan adamdır.

Bosna’da pis bir savaşın başlama noktası, bugün barış anlaşması ile varı­lan noktayla neredeyse aynı.

O zaman 250 bin Boşnak neden öl­dü? Yüzbinlercesi neden sakat kaldı? Çocukların, kadınların çektiği bunca çile niyeydi?

İzzetbegoviç şimdi yaptığını bir “başarı” olarak yutturmaya çalışıyor.

Bunun yüzbinlerce cana mal olmuş bir başarısızlık olduğunu hepimiz biliyo­ruz.

İzzetbegoviç’e artık bir camiye gidip imam olmasını öneriyorum.

Böylece Bosna’da işlediği günahların bedelini ömrünün geri kalan kısmında gece gündüz dualar ederek belki ancak ödeyebilir.