CHP'de neler oluyor?
Posta’nın CHP Büyük Kurultayı’nı değerlendiren manşeti “Bölünme Kurultayı” (10 Eylül 1995) şeklindeydi.
O gün, CHP’li yöneticilerin sitemlerine maruz kaldık. Hatta ileri gidip bizi “MHP’Iilikle” suçlayanları bile oldu.
(Yeri gelmişken bir konuya daha değinmek istiyorum. CHP’li bir kısım yönetici bizi MHP’lilikle suçlarken, bazı MHP’liler de “CHP’lilik” yapmakla itham ediyorlar. DYP’liler ANAP’lı, ANAP’lılar DYP’li olduğumuzu iddia ediyorlar. Refah’lılar geri durur mu? Onlar da bizi particilik yapmakla suçluyorlar. Ben anlayamıyorum, şimdi biz bütün bunların hepsini birden 12 sayfalık bir gazetede yapmayı nasıl başarıyoruz? Bizde mi bir acaiplik var, yoksa bir gazetecinin normal olarak yapması gerekenleri yaptığımız için bizi eleştiren partililerde mi? Buna da siz karar verin!)
Posta’nın iki ay önce söyledikleri birer birer gerçekleşiyor.
CHP, “birleşme-bütünleşme” kurultayının üzerinden iki ay geçmeden dağılma sürecine geliyor.
Üstelik bu dağılma, genel seçimlere topu topu bir ay kala gerçekleşiyor.
Şimdi siz bu tabloya bakarak, CHP’nin büyüdüğünü, güçlendiğini, kurultaydan güçlenerek çıktığını, sosyal demokratların artık bir tek çatı altında olduğunu söyleyebilir misiniz?
Eğer adınız Deniz Baykal ya da Ali lopuz değilse bu soruya olumlu bir yanıt vermeniz mümkün değil.
Peki ne oldu da, sosyal demokratlar tam seçimin öncesinde yeniden bölünmeye başladılar?
Ya da ne değişti ki, iki ay önce DSP’nin yüzüne bile bakmayan bazı politikacılar şimdi DSP saflarında yer alıyorlar?
Değişen ve olan hiçbir şey yok aslında.
Sadece eski bir deyişle “herşey aslına rücu ediyor”.
Deniz Baykal’ın “birleşik sosyal demokratların lideri” rolünü oynayamayacağı, eski “takımcı” kişiliğini muhafaza ettiği çok söylendi.
Şimdi de olan bundan ibarettir.
Deniz Baykal ve yakın mesai arkadaşları, eski hastalıklarının iyileşmediğini ortaya koyuyorlar.
Böyle olmasaydı, CHP’nin birliği ve bütünlüğünü en çok koruması gerekenler, gidenleri ikna edip geri döndürmeye çalışacaklarına, arkalarından sevinçle el çırpmazlardı.
Ali Topuz’un özellikle Mümtaz Soysal’ın arkasından sarfettiği sözlerdeki seviyesizliği bakalım sosyal demokrat sessiz çoğunluk nasıl içine sindirecek?
Seçim araştırmaları, yaklaşık 9 milyon seçmenin hala kararsız olduğunu gösteriyor.
Bu, toplam seçmen sayısının neredeyse üçte biri.
Yani her üç seçmenden birisi kararsız.
Böylesine önemli bir seçime gidilirken, bu kadar kararsız insan varken, bir parti yöneticisi birleştirici ve uzlaştırıcı bir rol mü oynamalıdır, yoksa “giden gitsin, kalanlar bize yeter” aldırmazlığı mı sergilemelidir?
Eğer CHP yöneticileri cevap olarak ikinci şıkkı seçiyorlarsa, gazaları mübarek olsun.
Bakalım 24 Aralık’ta barajı geçmelerine yetecek kadar “takım arkadaşı” bulabilecekler mi?
İzzetbegoviç evine dön!
Bosna’da kanı durdurmak gibi asil bir amaçla kılıflanarak Boşnak ulusuna zorla kabul ettirilen sözde barış anlaşması hakkındaki görüşlerimi dün yazmıştım.
Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in, anlaşmada rol oynayan devlet adamlarını bu “büyük” başarılarından dolayı kutlayan mesajlarını dün okuyunca kan bir kez daha beynime sıçradı.
Ben hemen kendi adıma tüm dünyaya ilan ediyorum ki, Cumhurbaşkanımızın bu konuda söyledikleri vatandaş Mehmet olarak beni hiç ama hiç bağlamıyor.
Cumhurbaşkanımızın diplomatik nezaket gereği çektiği mesajlar, belli ki Dışişleri’ndeki ya da Köşk’teki bazı monşerler tarafından ifadeleri biraz abartılarak hazırlanmış.
Tüm Türkiye biliyor ki, Bosna’daki mezalimin arkasındakilerden birisi hatta en önemlisi de Sırbistan’ın devlet başkanı Miloseviç’tir.
Türk Cumhurbaşkanı’nın diplomatik nezaket gereği olarak bile, bu katile mesaj gönderirken kullandığı kelimeleri daha iyi seçmesini beklerdim.
Miloseviç yaptıklarının hesabını dilerim bu dünyada verir.
Türkiye Cumhurbaşkanı’nın mesajında Türk halkının duygularına karşı daha duyarlı olması gerektiğini de umarım bizim verdiğimiz vergilerle maaşını alan danışmanlar bu olayla öğrenmişlerdir.
Son bir sözüm de Izzetbegoviç’e..
Gerçek lider ve devlet adamı gücünün sınırlarının nereye kadar olduğunu bilen adamdır.
Gerçek lider, halkını maceralara sürükleyip perişan etmeden önce bu gücün sınırlarının idrakine varan adamdır.
Bosna’da pis bir savaşın başlama noktası, bugün barış anlaşması ile varılan noktayla neredeyse aynı.
O zaman 250 bin Boşnak neden öldü? Yüzbinlercesi neden sakat kaldı? Çocukların, kadınların çektiği bunca çile niyeydi?
İzzetbegoviç şimdi yaptığını bir “başarı” olarak yutturmaya çalışıyor.
Bunun yüzbinlerce cana mal olmuş bir başarısızlık olduğunu hepimiz biliyoruz.
İzzetbegoviç’e artık bir camiye gidip imam olmasını öneriyorum.
Böylece Bosna’da işlediği günahların bedelini ömrünün geri kalan kısmında gece gündüz dualar ederek belki ancak ödeyebilir.