Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Çiller'in konuşmaya hakkı var mı?

Doğru Yol Partisi’nin seçim kampanyası dün gazetelere verilen 18 sütunluk dev ilanlarla başladı.

Kulislerde mimarının Özer Çiller olduğu anlatılan kampanya, “Dünya yeni bir yüzyıla girerken, Türkiye nereye gi­decek?” sorusuna verilen cevaplar üze­rine kurulmuş.

İlk bakışta, kampanyaya esas olan sorunun, Türk halkının genel özlem­lerini yansıtması açısından başarıyla bulunduğu söylenebilir. Ama soru­nun cevabının ne olması gerektiğini biraz tartışmamızda da yarar görüyo­rum.

Gerçekten de Türk halkı bugün bu­lunduğu yeri içine sindiremiyor.

Biz Türkler büyük bir dünya impa­ratorluğunun mirasçılarıyız.

Yüzyıllar boyunca dünyanın geçirdi­ği bütün büyük değişimlerin odak nok­tasında biz vardık.

Bugünün süper güçleri zamanımız­da ne ifade ediyorsa, Osmanlı İmpara­torluğu da zamanında aynı şeyi ifade ediyordu.

İmparatorluğun değişen dünya koşullarına ayak uyduramaması; yöneti­cilerin, imparatorluğu “fetihler” döne­minin koşullarından “sanayi devrimi”nin koşullarına geçirmeyi başara­mamış olmaları, bu iddiamızı yitirme­mize, kendi kabuğumuza çekilip, dün­yayı seyretmemize yol açtı.

Aradan geçen bunca zamanda gü­nümüzün lider ülkeleriyle aramız­daki farkın açılması, bizim eski “impa­ratorluk” duygularımızı dumura uğrat­maya yine de yetmedi.

Türk ulusu, dünyanın şekillenmesinde söz sahibi olma ve günümüzün medeni devletleriyle aynı ligde oynama özlemlerinden hiç bir zaman vaz­geçmedi.

Bu yüzden az önce de belirttiğim gi­bi bulunduğumuz yeri içimize hiç bir zaman sindiremedik. İçinde bulun­duğumuz kısır döngüyü kırıp, bizleri tekrar o eski güçlü günlerimize döndürebileceğini düşündüğümüz liderleri de her zaman bağrımıza bastık.

Adnan Menderes’in, Barajlar Kralı Süleyman Demirel’in, Kıbrıs fatihi Bü­lent Ecevit’in, Turgut Özal’ın aradan bunca yıl geçmesine rağmen Türk hal­kının kalbindeki yerlerini korumayı ba­şarabilmiş olmalarının esas sebebi de işte budur.

Onlar bizlerin hayallerine zaman içinde ihanet etmiş ve Türkiye’nin çemberini kırmasının önünde zaman zaman engeller yaratmış da olsalar, onlarda vehmettiğimiz bu “esas rol” yüzünden yerlerini hep korudular ve daha yıllarca koruyacaklar.

Bu nedenle Tansu Çillerin güzel yüzüyle de süslenen ilanların akıllıca bulunmuş önermeler içerdiğini düşü­nüyorum.

Ama gerçekler ne yazık ki hayallere her zaman uymuyor.

Tansu Çiller’in bize vaat ettiği yeni yüzyıla doğru bizi götürecek yeterli donanıma sahip olmadığı kuşkularını ta­şıyorum.

Belki hatırlayacaksınız, daha önceki bir yazımda Tansu Çiller’in ekonomi bilgisinin en azından teorik düzeyde biraz tartışmalı olduğuna ilişkin bilim­sel bazı makalelerden söz etmiştim.

Bugün de çok uzağa gitmeden, bir yıl geriye dönüp Tansu Hanım’lı Türk ekonomisinin fotoğrafına bir göz at­mak istiyorum.

Süleyman Demirel’in Çankaya’ya kaçmasından sonra iktidara gelen Tansu Çiller’in ilk icraatları, Türk eko­nomisinin ciddi bir krize doğru yönele­ceğinin ipuçlarını sergilemişti.

Kendisinden başka hiçkimsenin bir şey bilmediğini düşünen bir kişilik ya­pısına sahip olan Tansu Hanım’ın uya­rıları zamanında dinlememiş olması, 1994 yılının tüm ülke üzerine bir ka­bus gibi çökmesine yol açtı.

Bugün hepsi birer istatistiki veri ha­line gelen, ancak o günün koşullarında her biri ciddi insani dramlara yolaçan bir dizi ekonomik önlemin sonunda daha küçük bir Türkiye’de yaşarken bulduk, kendimizi.

1994 yılı sonu itibariyle Türk eko­nomisi bir yılda yüzde 6 oranında kü­çüldü. Hepimiz durduk yerde bir yıl içinde eskisinden yüzde 6 daha fakir hale geldik.

İktidarda bulunduğu süre içinde cid­di bir vergi reformu yapmayı bir kena­ra bırakın, mevcut vergiyi bile doğru dürüst tespit edip, toplayabilecek bir organizasyonu kurmayı başaramayan Çiller, çareyi yüksek faizle borçlan­makta buldu.

Üstelik bu borçlanma sadece ve sa­dece devletin günlük olarak ayakta kalmasını sağlamaya yetti.
Sağlıkta, eğitimde, enerjide ciddi hiçbir yatırım yapılmadığı halde, devlet topladığı borçlarla ancak ayakta kalabildi.

Enflasyon Cumhuriyet tarihinin en yüksek noktasına ulaştı.

Bir yılda toptan eşya fiyatları yüzde 149 arttı.

Özal ile birlikte patlayan ihracat ge­riledi ve Türkiye ihracatıyla, ithalatının ancak yüzde 62’sini karşılayabilir hale geldi.

1995 yılının verileri durumun dü­zelme yolunda olmadığını ortaya ko­yuyor.

İktisatçılar, şimdiden seçim sonra­sında 1994 Nisan ayındakinden daha ağır bir istikrar programının uygulan­ması gerekeceğini söylüyorlar.

Bu şu demek: Şimdiden 1996’yı da ekonomik açıdan “kayıp yıl” ilan edebiliriz!

Türkiye artık bu gerçekleri biliyor. Onun için seçim kazanmaya yönelik boş vaatler yerine, iktidara gelinirse hangi tedbirlerin alınacağının, bu ted­birleri uygulayacak kişilerin kimler ola­cağının tartışılması gerek.

Hayallerle bir beş yıl daha kaybet­meye sanıyorum kimsenin taham­mülü kalmadı.