Cumhurbaşkanımıza 'kriz' doğdu!
Temel ile Fadime’nin çocuk beklediklerini öğrenen patronları kız olursa 10 milyon, erkek olursa 20 milyon lira ikramiye vereceğini söyleyince, Temel, “Düşerse bir şans daha verir misiniz?” diye sormuş.
Koalisyon hükümetinin düşüşünün ardından şimdi herkes Süleyman Demirel’in Tansu Çiller’e yeni hükümeti kurması için bir şans daha verip vermeyeceğini tartışıyor.
Türkiye iyi kötü demokratik gelenekleri oluşmuş bir ülke. 72 yıllık cumhuriyetimiz, 50 yıllık çok partili hayatımız bazı geleneklerin doğmasını ve yerleşmesini sağlamış.
Bunlardan bir tanesi de hükümeti kurma görevinin öncelikle TBMM’de en çok üyeye sahip olan partinin genel başkanına verilmesi.
Cumhurbaşkanlarını buna zorlayan yazılı bir hüküm yok, ancak onlar da bu yazılı olmayan geleneklerin dışına çıkmamaya özen gösterdiler bugüne kadar.
Bu usule ihtilal yönetimlerinin başındaki güçlü adamlar bile uymamazlık edemediler. Ancak, Demirel’in davranışlarında bu geleneklerin dışına çıkabileceği kanısını uyandıran ipuçları var. Bugüne kadar istifa eden başbakanlar, eğer hükümeti ‘kurmakla yine kendileri görevlendirileceklerse o görevi Çankaya’dan alıp öyle aşağıya indiler.
Hiçbir cumhurbaşkanı onlara “Sen şimdi git. Ben biraz düşüneyim. Sonra seni ararım” demedi, diyemedi.
Ama şimdi durum değişmiş gibi görünüyor. Cumhurbaşkanı, kendisine istifasını veren Çiller’e yeni görevi hemen vermediği gibi, atlayıp köyüne gezmeye de gidebiliyor.
Oysa Türkiye’nin hükümetsiz geçirecek bir dakikası bile yok.
Avrupa ile ilişkiler, gümrük birliği öncesi yapılması gereken demokratik reformlar, Kuzey Irak’taki kürtlerle sorunlar, Apo’nun yeni manevraları, Bosna, petrol boru hatları gibi halledilmesi hayati önem taşıyan bir çok dış sorun var.
Kamu işçilerinin toplu sözleşmeleri, grevler, özelleştirme, IMF ile ilişkiler ve istikrar paketleri gibi çözülmesi hiç geciktirilemeyecek iç sorunlar dağ gibi.
Bu sorunları çözecek siyasi irade elbette istifa etmiş bir hükümet tarafından gösterilemez.
Bu hükümet artık emrindeki memurlara bile sözünü dinletemez.
Bunu da en iyi 35 yıldır siyasetin içinde olan Süleyman Demirel bilir.
Ama bütün bunlara rağmen o hükümet işini pazartesi gününe sallayıp, köyüne ayran içmeye gidiyor!
Şimdi mutlaka soranlara “eski hükümet görevinin başında” diye cevap verecektir.
Evet artık bunu çocuklar da biliyor. Ama çocuklar bile bunun bir demagojiden öteye anlamı olmadığının da farkındalar.
Cumhurbaşkanı görevi eğer Çillere verecekse ne bekliyor? Dört gün Türkiye için kayıp değil mi?
Baykal-Çiller buluşmasını on gün bekleyen ülkenin bir dört gün daha kaybetmesi yazık değil mi?
Çiller’e görev verilmeyecekse, Cumhurbaşkanı gelenekleri neden bozduğunu nasıl açıklayacak?
“Bizim Hüsam da emekliliğinden önce bir kerecik başbakan oluversin ne çıkar” mı diyecek?
Eğer görev başkasına verilecekse, Cumhurbaşkanı bu dört günü niye boşa harcıyor? Bu günleri kimi görevlendireceğini bulmak için yapacağı temaslara ayırsa daha iyi olmaz mı?
Bütün bu soruların cevaplarını Türkiye’de en iyi bilen adam da ilginçtir ki kendisinden başka birisi değil. O, kaybedilen vaktin nelere mal olacağını emin olun hepimizden daha iyi biliyor.
Peki buna rağmen neden böyle davranıyor?
Buna verilecek cevap Cumhurbaşkanı’nın yaradılış itibariyle “kriz”den hoşlandığı ve siyasi krizlerin içinde gerçek güce sahip olduğunu düşünmesi olsa gerek.
Temel’i maça götürmüşler, seyretmiş, seyretmiş ve “Bu ortada koşan siyahlıya bozuluyorum” demiş, “Maçın başından beri bir oraya bir buraya koşup duruyor, daha topa dokunamadı.”
Cumhurbaşkanı, acaba hakemlikten sıkıldı da, kendisi mi topa girmeyi düşünüyor?