POSTA

Her şeyi bilen adam

Türkiye entelektüeli az bir ülke. Entelek­tüel derken kelimeyi gerçek anlamıyla kullandığımı belirtmek istiyorum.

Yok­sa karikatüristlerin kısaca “entel” diye tanım­ladıkları, üstü başı pasaklı, ufku ve dünya gö­rüşü okuduktan ve asla iyi anlayamadıktan iki üç kitapla sınırlı olanları kastetmiyorum.

Entelektüel derken, okuduğunu özümse­miş, kitaplardan edindiği bilgileri hayat ve dünyayı tanımlaması gerektiğinde doğru ola­rak kullanabilen, yeni düşünceler üretebilen insanları kastediyorum.

Etimolojik açıdan kelimenin kökenlerinin nereden kaynaklandığını bilemiyorum.

Ama tahminim bu kelimenin Aristo’nun “entelekhia” kavramıyla ilgili olabileceği.

Aristo’ya göre tek başına madde hiçbir şey demek değildir. Onu tanımlayacak belirli bir biçim ve işleve ihtiyaç duyar.

Örneğin canlı organizmaları açısından in­sanla hayvan arasında çok önemli farklar yoktur. Sadece canlı organizmasını tarif ede­rek insanı, hayvandan ayırdedemezsiniz.

Akıl ise insanı insan kılan, onu vahşi hayvandan ayıran şeydir.

Aristo bu “canlılık işlevini” tarif ederken “entelekhia” kavramını kullanıyor. Sanıyo­rum, entelektüel kelimesinin kökenleri de bu kavramda yatıyor.

İşte bu tür insanların sayısının memleketi­mizde çok ama çok az olduğuna inanıyorum.

Bunlardan bir tanesini de tanıyorum. Tanı­şıklığımın bir yönü iki-üç kezle sınırlı fazla de­rinliği olmayan gevezeliklerden ibaret.

Diğer yönü ise daha anlamlı. Çünkü yazdığı bir çok şeyi okudum. Bir çok kez onunla aynı şeyi, ondan bağımsız olarak düşünebilmiş olduğum için kendimle gurur duyduğum bile oldu.

Murat Belge’den söz ediyorum.

Magazine meraklı okuyucularıma onun ün­lü Türk diplomatı Burhan Belge’nin öz, ZsaZ-sa Gabor’un üvey oğlu olduğunu da söyleme­liyim.

Ama Murat Belge’nin önemi bu “ailevi” özelliklerinden ileri gelmiyor. Tam tersine, son derece şahsi yeteneklerinden ve bilgi biri­kiminden ileri geliyor.

Bizim gençliğimizde Murat Belge “herşeyi bilen adam”dı.

Üzerine söyleyebileceği sözünün olmadığı herhangi bir konu bulunmazdı. Her konuda yazar, yazdığını okuturdu.

Murat Belge’nin son kitabı “Kürtler-Türkler/Nereden nereye?”nin “sunuş”unu okurken hem kendi adıma, hem Murat Belge adına, hem de Türkiye’mizin geleceği adına irkildim. Beni irkilten şey Murat Belge’nin Türk-Kürt sorununa yaklaşımı değildi.

Tam tersine bir Türk aydını olarak Bel­genin bu konuda söylediği ve söyleyebileceği sözlerin çok yararlı olacağına inanıyorum.

Beni irkilten, Murat Belge’nin düştüğü bü­yük yılgınlık durumu.

Kitabın üç sayfasını kapsayan sunuşun ge­nel söylemi, Türkiye’nin geleceğinden bütün umudunu kesmiş bir aydının feryadına dö­nüşmüş.

Hatta öyle bir hava var ki, Murat Belge neredeyse son sözlerini söylüyor gibi.

Marcel Proust, 16 ciltlik ‘Yitmiş zama­nın peşinde” isimli eserini yazdıktan sonra uşağına “artık işim bitti. Huzur içinde ölebilirim.” deyip, iki ay içinde bu dün­yadan göçüp gitmişti.

Murat Belge’nin -allah gecinden versin- su­nuşunu okurken bir an Proust’un son sözleri­ni okuyor gibi hissettim kendimi.

Türk aydınlarının yüzlerce yıldır süren ça­buk kırılma, umutsuzluğa düşme geleneğinin Murat Belge’de de devam ettiğini gördüğüm için hüzünlendim.

Şu satırları bir de birlikte okuyalım:

“Sorun bitmedi (Kürt sorunu kaste­diliyor. myy), ama benim takatım bitti. On yıla yakın bir süredir devam eden bir “angajman” sürecinin şu aşamasın­da olup bitenlere baktığımda her şeyin daha kötüye gittiğini görüyorum ve ge­leceğin daha iyi şeyler getireceğine da­ir herhangi bir umut bulamıyorum.”

“Kaybolan demokrasi var. San­ırım içine girmekte olduğumuz yeni dönemde, bunu çok daha yakından, tenimizde hissederek yaşa­yacağız. Yozlaşan kurumlar, isterikleşen kitleler arasında, geçmişimizin hiç de eksik olmayan olumsuzluklarına rağmen alışmadığımız, bilmediğimiz bir cangıl düzenine yuvarlanmak hiç de uzak bir ihtimal değil.”

“.. tarihte olduğu yerde durmak yok­tur. Sonuçta istesek de istemesek de, bir yerlere doğru gidiyoruz. Bunun çok iyi bir yer olmadığına dair, derin endi­şelerim var.”

İşte böyle sevgili okuyucular.

Ataol Behramoğlu’nun bir şiirinde “bin yıl yaşamışçasına bilge” diye tarif ettiği Murat Belge’nin karamsarlığına siz de katılır mısınız, bilemiyorum.

Ama ben kendi hesabıma bu kadar karam­sarlığın doğru olmadığını düşünüyorum.

Bütün bu zorlukların aşılacağına, doğrunun bir gün mutlaka bizim köye de uğrayacağına inanıyorum.

Aydınlarımızın içinde bulunduğumuz du­rumlarla ilgili zaman zaman düştükleri ka­ramsarlığın büyüklüğünden de dehşete düştü­ğümü doğrusunu isterseniz saklayamayacağım.

Ben hala Türkiye’nin sorunlarını yenebileceğine inanıyorum. Bunun için de tek şeye ihtiyacımız var. Nazım’ dediği gibi: Yeter ki kararmasın, sol memenin altındaki cevahir!