Eller günahkar, diller günahkar
Aksaray’dan gelen çevre yoluyla, TEM’in kesiştiği köşede Mahmutbey Köprüsü var. Hem Mahmutbey’e gitmek için, hem de TEM’den U dönüşü yapmak için bu köprüyü kullanıyoruz.
Köprü’nün hemen girişinde bir trafik işareti var. Şehirlerarası otobüslerin bu yola giremeyeceğini gösteriyor. Onların, otogara gitmek için yüz metre ilerideki kavşağı kullanmaları gerek.
Ancak, şehirlerarası otobüslerin neredeyse tümü Mahmutbey Köprü’sünü kullanıyorlar. Trafik işaretini takan yok. Her gün yüzlerce otobüs şoförü, trafikle ilgili yasaları gönül rahatlığıyla çiğniyor.
Burada trafik görevlilerini eleştirmek istemiyorum. Belli ki güçleri oraya konulan trafik işaretine insanları uydurmaya yetmiyor. Ama, trafiğin gücü buna yetmiyor diye, ille kuralları çiğnemek mi lazım? Her trafik işaretinin başına bir polis mi dikilmeli?
Kestirmeci otobüsler bununla yetinseler hadi neyse. Köprüyü geçer geçmez oluşturdukları yasa dışı “otogar”dan yolcu indirip-bindiriyorlar.
Kurallara aykırı
Oysa köprünün çıkışında durmak kurallara aykırı. Ancak, hem otobüslerin şoförleri, hem de orada inip-binmek isteyen vatandaşların buna aldırdıkları yok.
Hepsi için önemli olan “kendi işinin görülmesi”. Bu arada yasalar çiğneniyormuş, trafik altüst oluyormuş, zaman ve para kayboluyormuş; kimsenin umurunda değil.
Buradan ilginç bir ulusal özelliğimize değinmek istiyorum. Ve iddia ediyorum: Biz Türkler, hepimiz kanun kaçağıyız.
Hepimiz şu veya bu şekilde kanunları çiğnemeyi, bir defalık görmezden gelmeyi marifet zannediyoruz.
Hadi, daha da ileri gideyim, bunu bir akıllılık ve uyanıklık ölçütü algılıyoruz.
Kaçak binalar
Odam Mahmutbey ve Bağcılar’a bakıyor. Binaların tümünün kaçak oldukları ilk bakışta anlaşılıyor. İnsanların başlarını sokacak bir çatı altı bulmak için gecekondu yapmalarının iktisadi bir mantığı var.
Sosyal ve ekonomik koşullar iyileştirilmediği sürece bunu engellemenin o kadar da kolay olmadığını biliyorum.
Peki, aynı gecekondu sahiplerinin bir fırsatı bulunca üzerine kat çıkmak için evlerin tepelerinde demir filizleri bırakmaları, evlerini sıvamamaları ne oluyor?
Bunun barınma ihtiyacıyla bir ilgisi var mı? Yoksa, yasaları bir kez çiğneyip cezasız kalmanın verdiği güvenle, ikinci bir kez daha kanun dışı bir iş yapma hesabı var mı?
Üstelik aynı binaların sahipleri kendilerini yasaların ve kuralların o kadar üstünde görüyorlar ki, yoldaki bariyerleri kaldırıp, evlerinin önüne “gece kondu yol” çekerek, otoyola direk bağlantı yapmayı da kendilerinde bir hak görüyorlar.
“Niye bunu yaptın?” diye sorsanız alacağınız yanıt çok açık: “Benim de evime gitmeye hakkım yok mu?
Örnekleri sonsuz sayıda arttırmak mümkün. Hiç birimiz doğru dürüst vergi vermiyoruz. Hiç birimiz belediye ile ilgili kurallara uymuyoruz. Topluca yaşamanın gerektirdiği hiçbir medeni kuralla kendimizi sınırlı görmüyoruz.
Başbakan Çiller, eşi ve arkadaşları bir polis ordusu ile birlikte geçen akşam Sezen Aksu’yu izlemek için Hisar’daki konsere gitmişler.
Başbakan geliyor diye trafiğin altüst olmasını, insanların saatlerce yollarda beklemek zorunda kalmalarını bir başka yazıya bırakıyorum.
Ama arkadaşlarımızın anlattıklarına göre açık tutulan polis telsizleri ile ayakta dikilen korumalar Başbakan ile aynı geceye bilet almış insanlar için büyük şansızlık olmuş.
Başbakan ve eşi Sezen Aksu’ya “Masum değiliz” şarkısında eşlik etmişler.
Masum değiliz
O kadar şarkı arasında tutup “masum değiliz” diye kendilerinden geçmiş olmalarının siyasi boyutlarını muhalefet partileri değerlendireceklerdir.
Ama ben bunun bir “ikrar”dan çok “genel ruh durumumuzu” yansıttığına inanıyorum.
Gerçekten de şu koca Türk toplumunda hiç birimiz “masum değiliz”…
Evlerimiz kaçak, vergi vermiyoruz, yasaların etrafından dolaşmayı yüceltiyoruz, takip edildiğimize emin olduğumuz her an ve ortamda kuralları çiğnemekte bir sakınca görmüyoruz.
O halde şimdi Sezen’e hep birlikte eşlik edelim:
“Eller günahkar,
Diller günahkar.
Bir çağ yangını bu,
Bütün dünya günahkar.
Masum değiliz,
Hiç birimiz.”