Orta okuldayken, sol görüşlere meylettiğimi gören dedem, beni kötülüklerden korumak için komünist ülkelerden ilginç hikayeler anlatırdı.
Bunlardan bir tanesi meşhur kasket hikayesiydi. Hani eve geç gelen adam vestiyerde bir kasket görürse, eve girmeden eve dönüyordu ya, işte o hikaye!
İtiraf etmeliyim ki, hikaye dedemin istediği etkiyi pek yaratmazdı. Büyük bir ihtimalle, ergenliğin verdiği heyecanla, kasketi asan adamın kendimiz olacağını varsayıyorduk.
Dedemin ilginç öyküsü komünist ülkelerdeki trafikle ilgiliydi. Dedemin anlattığına göre komünist ülkelerde devlet ve parti ileri gelenleri için ayrı, halk için ayrı yollar vardı.
Halk, devlet adamları için ayrılan yolları kullanamaz, o yollar bomboş tutulurdu. O yollardan yalnızca Kruşçef, Çavuşesku gibiler geçebilirlerdi.
Dedeme göre insanlar arasında böyle ayrım yapılıyor olması, komünizmden nefret etmek için yeterliydi.
12 Eylül’ün modası
Sın yıllarda dedemi sık sık rahmetle anıyorum. 12 Eylül’den beri dedemin komünist ülkelere özgü sandığı şeyle sık sık karşılaşır olduk.
Gün geçmiyor ki, devlet büyüklerimizden birisi istediği yere rahatça gitsin diye trafik kesilmesin.
En son olarak Başbakan Tansu Çiller ve eşi Özer Çiller Beyefendi’nin, Sezen Aksu’nun Rumeli Hisarı’ndaki konseri teşrifleri vesilesiyle eski hikayeler kulağımda bir kez daha çınladı.
İstanbul’u bilen bilir. Bilmeyenler için de ben anlatayım.
Çırağan’dan çıkıp, Hisar’a varmak için sırasıyla Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Akıntıburnu, Bebek ve Aşiyan’dan geçersiniz.
Yaz aylarında İstanbul’un yarısı serinlemek için Boğaz’a akın ettiği için bu güzergahı kullanır.
Trafik, diz ekstra hiçbir şey yapmasanız bile zaten tıkalıdır, adım adım ilerler.
Başbakan Çiller geçecek diye işte bu yol olduğu gibi trafiğe kapatılmış. Bu yolun trafiğe kapatılması, Etiler’den Kuruçeşme, Arnavutköy ve Bebek’e inen yan yollarla, Ortaköy’e Ulus’tan inen yolun ve Dereboyu Caddesi’nin de trafiğe kapatılması anlamına geliyor.
Üstelik bu işlem hem gidişte, gece yarısı da dönüşte iki kere tekrarlanmış.
Direksiyon başında Beşiktaş Ortaköy arasını 1,5 saatte alanların ettiği küfürlerin kime gittiğini bilemiyorum. Umarım doğru adresi bulmuşlardır.
Benim anlamadığım bizim devlet büyüklerimizin neden bizlerden korktukları.
20 yıllık gazetecilik hayatımda görmediğim yer kalmadı. Bir çok resmi geziye katıldım. Demokrasiyle yönetilen hiçbir ülkede böyle bir olay görmedim.
Dışardan izleyen bir göz, bütün Türkleri, kendi devlet adamlarını öldürmeye azmetmiş bir suikastçı gibi görebilir.
Çünkü devlet adamlarımızı korumakla görevli şaşkınların ilk işi yol kesmek, etraftaki vatandaşı itip-kakmak.
Defolup gitsinler
Buradan iki sonuç çıkıyor. Ya biz Türkler devlet adamı kanına susamış insanlarız, ya da koruma polisleri işlerini nasıl yapmaları gerektiğini bilmiyorlar.
Bugüne kadar suikaste kurban giden bir devlet büyüğümüz olmadığına, öldürülen devlet büyüklerinin hepsi resmi cinayetlere kurban gittiğine göre geriye tek bir şey kalıyor: Koruma işini yapanlar beceriksiz.
Eğer bunlar, hakikaten beceriksizlikleriyle insanlara bu çileleri çektiriyorlarsa defolup gitsinler.
Yerlerine üç kuruş fazla verip Amerika’dan koruma getirelim, olup bitsin!
Yıllar önce İtalyanlar’ın Achille Lauro isimli gemisi Filistin’li korsanlar tarafından kaçırılmıştı. O günlerde Roma’daydım.
İtalya, yıllar sonra kendisini vuran bu terörle şaşkın haldeydi.
Bir gün Montecitorio’ya açılan arka sokaklardan birinde elinde piposuyla yürüyen, vitrinlere bakan, gelip geçenle selamlaşan bir yaşlı adam gördüm.
Adam İtalyan Cumhurbaşkanı Pertini’den başkası değildi. Etrafında koruma polisi görünmüyordu. Belki de uzaktan çaktırmadan izliyorlardı, ama kimse etraftaki insanları rahatsız etmiyordu.
Pertini o tarihten 5-6 yıl sonra öldü. Öldüğünde tüm İtalya arkasından ağladı. Mütevazı kişiliği ve her İtalyan’ın dostu olmasıydı gözyaşlarının temel sebebi.
Halkına kendini yakın hissettiği için de öldürülme korkusu yaşamadan, sokaklarda rahatça dolaşmış, maçlara gidebilmişti.
Şimdi, bir tüm İtalya’yı ağlatan Pertini’yi, bir de tüm İstanbulluların anasını ağlatan Tansu Çiller’i ve devlet büyüklerimizi düşünüyorum.
Hangisinin daha saygıdeğer olduğunu bulmakta da inanın hiç tereddüt etmiyorum.