Gelecek sefer sıra kimde?
Posta’nın bugünkü manşeti, Dinar’daki felaketin ardında yatan gerçeği ortaya koyuyor: İhmal, rüşvet, acz! Dinar’ın bulunduğu bölgenin depremlere karşı hassas olduğu yıllardan beri biliniyor.
Yetmiş yıl önce de Dinar yine böyle güçlü bir deprem tarafından sallanmış, 330 kişi hayatını kaybetmişti.
O tarihten sonra irili-ufaklı belki yüzlerce sallantı oldu Dinar’da.
Yani bu depremin geleceği ne Dinar’da yaşayanlar için ne de Türk devleti için sürpriz değildi.
Türkiye’de yıllardır uygulanan bir deprem yönetmeliği var.
Deprem bölgelerindeki binaların nasıl yapılacağı, inşaatların hangi standartlarda olması gerektiği ince ince anlatılmış.
Hem özel yapılarda hem de kamu kuruluşlarının yapılarında buna uymak zorunluluğu var.
Binaların projelerini yapan mühendisler, inşaata izin veren Belediye görevlileri projeleri buna göre yapmak ve yapılanı denetlemekle görevliler.
Kamu binaları için bunlara ek olarak kontrolörler de inşaatların yeterliliğini denetlemek sorumluluğunu taşıyorlar.
Ama Dinar depremi de gösteriyor ki, bu insanların tümü ya da bir bölümü görevlerini yapmayı ihmal etmişler.
Hatta bir bölümü görevini yapmamak için rüşvet yemiş.
Özellikle kamu kesimine ait binaların neredeyse tümünün yerle bir olması insanın aklına başka bir ihtimalin gelmesini önlüyor.
Televizyon haberlerinde görüyoruz. Gidenler anlatıyor, onlardan öğreniyoruz.
Japonya gibi birinci derecede deprem tehditi altında olan ülkelerin hiç birinde bizdeki gibi yıkımlı deprem olmuyor.
6 şiddetindeki bir depremin bir kenti yok etmesi söz konusu bile olmuyor.
Sebebi Japonların bizden daha akıllı olmaları değil.
Onların bizden üstün olan tek yanları var: Dürüstlük!
Depreme karşı korunmak için gerekli olanlar, onların da yönetmeliklerinde yazılı, bizim yönetmeliklerimizde de yazılı…
Bunlar arasında hiçbir fark yok.
Tek fark bunları uygulayan insanların kendilerine, yaptıkları işe ve toplumlarına karşı duydukları sorumlulukta…
Yıkılan kamu binalarının projelerini kimlerin yaptığı, inşaatları hangi müteahhitin bitirdiği, kimlerin onay verdiği, kimlerin denetlediği devletin resmi belgelerinde yazılı.
Bakalım bir savcı çıkıp da yıkılıp giden binaların altında can veren insanların haklarını savunabilecek mi?
Bakalım bazı şeyleri görmezden gelerek cebini dolduran kamu görevlilerinin yakasına yapışılacak mı?
Bakalım, üç kuruşluk kar uğruna memurların cebini rüşvetle doldurup malzemeden çalan müteahhit bunun bedelini ödeyecek mi?
Bunu hep beraber göreceğiz.
İnsanı diğer canlı yaratıklardan ayıran en önemli fark düşünebilmesi.
Düşünme yeteneğinin gelişmesi biraz da insanların geçmişteki deneyimlerinden sonuçlar çıkarmasına, yani öğrenmesine bağlı.
Türkiye’de Dinar’dakine benzer facialar her yıl meydana geliyor. Depremler, seller, toprak kaymaları, yangınlar eksik olmuyor.
Ama buna rağmen kurtarma çalışmaları bir türlü düzene sokulamıyor.
Türkiye yaşadıklarından hiçbir şekilde ders almıyor, öğrenmiyor.
Her depremde aynı şey yaşanıyor.
Türkiye profesyonel kurtarıcılarını yetiştirip, bunları eğitemediği için her depremde imdada tecrübesiz askeri birlikler çağrılıyor.
Onların iyi niyetli ancak bilgisizce sürdürdükleri çabalar, bir de teknik donanım yetersizliği ile birleşince, ilk anda enkaz altından hiç olmazsa yaralı çıkarılabilecek canlar yitip gidiyor.
Yârdım diye her yıl milyarlarca lira akıttığımız Kızılay, günlerdir deprem olan kentte herkese yetecek kadar çadır dağıtmayı bile beceremiyor.
Yeterli sayıda çadır dağıtılmadığı için dün akşamı evinde geçiren kaç kişi öldü dersiniz?
Bir felaketi daha ahlar ve vahlar arasında geçirip gideceğiz.
Yarından sonra ne Dinar’ı hatırlayacağız, ne de orada ölüp giden kardeşlerimizi..
Tıpkı kırkı yeni çıkan Senirkent’i unuttuğumuz gibi.
Yine ders almayacağız, yine hazırlıksız yakalanacağız.
Gelecek sefer ihmal, rüşvet ve acz nedeniyle aramızdan kimler ölecek dersiniz?