POSTA

Gitarıyla güneşi doğduran adam

Orfe Negro (Siyah Orfe) fil­mini ve aynı adı taşıyan enfes müziğini hatırlar mısınız bilmiyorum. Ama ben çocukluğumdan beri belki de en az 5 kere seyrettiğim filmi de müziği­ni de hiçbir zaman unutamadım.

Bugünkü Brezilya dizilerinin atası sayılabilecek Orfe’nin acıklı öyküsü ve insanın yüreğini sızlatan melodisi­ni aradan bunca yıl geçtikten sonra bana bir kez daha hatırlatan şey, son günlerde gündemin başına otu­ran “infazlar” oldu.

“Gitarıyla güneşi doğduran adam” Orfe’nin öyküsü ile Nesim Malki’nin ya da Yener Kaya’nın ne gibi bir ilgi­si olabilir diye düşünmeyin. Çünkü ilgisi var. Birazdan oraya geleceğim.

Dünyanın dört bir yanına gittim. Gazetecilik, bir çok zahmetli yönleri­nin yanında, insana hiç olmazsa bu imkânı sağlıyor. Bir tek en çok görmek istediğim yere, Rio de Janeiro’ya bir türlü gidemedim.

Ama, gönlümün bir kenarında Rio’yu yaşatmama, yabancı dergilerdeki Rio röportajlarıyla ha­yallere dalmama, perşembe günleri elime geçen New York Times’ın ge­zi ekindeki ucuz tur ilanlarına bakıp planlar kurmama da kimse engel olamadı.

Bütün bunlara sebep, seyrettiğimi hatırladığım en eski filmlerden birisi olan Orfe’ydi.

Rio, uçsuz bucaksız bir kumsalın kenarında sırtını dev tepelere yasla­mış bir kent.

Dünyada sosyal eşitsizliğin en de­rin örneklerinin görülebileceği bir kent.

Rio’nun tepelerinden birinde aşağıdaki kentin ışıltılı zenginliğine bakan bir semt var: Baixada Fluminese.

Futbol takımıyla da ünlü bu semt ile ilgili okuduğum herşey ben­de Orfe’yi çağrıştırıyor. Belki büyük bir yanılsama ama sanki Orfe, Baixada’da yaşıyordu gibi hissediyorum.

Baixada, Rio’nun canevine yerleş­miş bir tümör. Çünkü orada sabah kalktıklarında öğlene karınlarını do­yurup doyuramayacaklarını bileme­yen çaresiz insanlar yaşıyor.

Tepelerin dik yamaçlarına oturtul­muş teneke mahallelerindeki sefil evlerden Rio’ya soyguncular, katiller, uyuşturucu satıcıları yayılıyor.

Rio, Brezilya’nın “sosyal başkenti” ise, Baixada da Brezilya’nın suç ve günah başkenti.

Baixada’da neredeyse her saat başı bir çocuk öldürülüyor. Ölüm mangaları adı verilen mafyanın si­lahlı adamları kente kan kusturuyorlar.

Rio’da yayınlanan “O Povo na rua” (Sokaktaki Halk) gazetesi her gün kimliği belirsiz onlarca ceset fotoğrafı yayınlıyor.

O Povo, bu tür cinayetlere sayfa­larında yer veren bir sansasyon ga­zetesi. Ciddi olanlar yalnızca ailelerin toptan cinayete, tecavüze uğradı­ğı daha büyük katliamları yayınlama­ya değer buluyorlar.

Halk arasında bu cinayetlerin adı “arşivi ortadan kaldırmak!”

Çok şey bilen, polise gevezelik eden, yeraltının kurallarına uymayan­lara verilen ölüm cezasının adı bu.

Öldürülenlere de Portekizce’de “pastırma” anlamına gelen “presuntos” deniliyor.

“Presuntos”lar, adaletsiz gelir da­ğılımının, rüşvetle iş yapamaz hale gelen güvenlik kuvvetlerinin, karan­lık kazançların mafyanın bir ürünü.

Bir süredir İstanbul ile Rio arasın­da, Türkiye ile Brezilya arasında ina­nılmaz benzerlikler olduğunu düşü­nüyorum.

Kentin sanki görünmez bir sınır çizilmiş gibi birbiriyle tamamen zıt iki kesime ayrıldığını farkediyorum.

İstanbul’un yedi tepesini saran ge­cekonduları, işsiz çaresiz insanları, onların gelecekten hiçbir şey bekle­meyen çocukları ile Baixada’nın ka­dersiz insanları arasında paralellikler keşfediyorum.

İstanbul’da daha saat başı bir ço­cuk öldürülmüyor. Ama artık nere­deyse her gün gazetelerin üçüncü sayfalarına bir lisede, orta okulda kaybolan genç bir canla ilgili haber­ler giriyor.

İstanbul’un “presuntos”ları henüz “haber değerlerini” yitirmedikleri için bütün gazetelerde manşet oluyorlar.

Ama İstanbul’da da birileri “arşiv­leri yok etmek” istedikleri zaman, Brezilya’daki ölüm mangaları ile aynı yöntemi kullanıyorlar.

Nesim Malki’yi, Yener Kaya’yı kimlerin susturmak istediklerini bile­miyorum.

Ama bildiğim, bugün Rio’nun bo­ğazını sıkan tümör gibilerinden İs­tanbul’da da yüzlerce sokak, onlarca mahalle var.

İstanbul’un çaresiz insanları he­nüz bir şeylerin düzelebileceğinden umutlarını kesmedikleri için bu yalancı sükunet havasını solu­yoruz.

Onlar ümitlerini kesmeden önce birilerinin harekete geçip, İstanbul’u Rio olmaktan kurtarması gerek.

Bakalım, bu gerçekleşene kadar daha kaç “arşiv yok edilecek”?