Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Politikada kadın olmak avantaj mı?

Partilerin listeleri açıklandığın­dan beri en önemli konuşma konularımızdan birisi de, mil­letvekili adaylarının cinsiyet­leri üzerine. Toplam beş bine ulaşan milletvekili aday adaylarının ancak yüzde onunun kadın olduğu biliniyor.

Listelerde seçilebilecek yerlere ge­len kadınların sayısı ise bir düzineyi bi­le bulmuyor.

Kadın bir başbakan tarafından yö­netilen kadınlara seçme ve seçilme hakkını bir çok Avrupa ülkesinden ön­ce tanıyan Türkiye’de, bu görüntünün normal olmadığını düşünenler var.

Bir de Refah Partisi gibi, politik gösterilerinin vitrinine kadınları bolca koyduğu halde, kadınları milletvekili adayı olarak göstermemeyi bir “seçim stratejisi” haline getiren partiler var.

Bu duruma getirilen açıklama, Tür­kiye’de siyasetin yapısının kadınların aktif roller üstlenmesine izin vermeyen bir yönü olduğuna ilişkin.

En demokrat görünen partiler bi­le, siyaseti Türkiye’de bir “erkek sporu” olarak gördüklerini söylemekten çekinmiyorlar.

Refah Partisi gibi esas olarak ideo­lojik nedenlerle kadınları günlük aktif hayatın dışında tutmak isteyenlerse, düşüncelerini açıkça söylemeye şimdi­lik çekindikleri için “politikanın yapısı kadınlara uygun değil” tezini işliyorlar.

Yani sizin anlayacağınız, siyasi yel­pazemizin en sağından en soluna ka­dar herkes, Türkiye’de politika yapma­nın bir erkek işi olduğunu düşünüyor ve kadınların bu yapı içinde politika yapamayacaklarını savunuyor.

Başbakan Tansu Çiller’in kadın olmasının, diğer kadınların siyasete giriş­lerinin önünde bir engel oluşturduğunu düşünenler de var.

Onlara göre de Tansu Hanım, ka­dınların politikaya girmeleri konusun­da iyi bir örnek olmadı.

Her sıkıştığında gözünden boşalan gözyaşları, ani öfke patlamaları göster­mesi bu kesimin eline kadınlar aleyhi­ne kullanılacak silahlar verdi.

Acaba öyle mi? Bu görüşler doğ­ru mu? Türkiye’de siyasetin ya­pısı kadınların siyasete girmesi­nin önünde engel mi?

Açıkça söylemem gerekirse, benim kötü bir huyum var. Genel geçer fikir­lere karşı her zaman bir kuşku duyuyo­rum.

Şeytan beni, “bu kadar çok insan böyle düşündüğüne göre, bu işte bir terslik olmalı” diye dürtüyor.

Daha önce sizlere sözünü ettiğim romanım için bir süredir kadın davranışları üzerine gözlemler yapıyorum, kitaplar okuyorum.

“So many women, so little time” (ne kadar çok kadın, o kadar az za­man) sözünü kimin ettiğini bilmiyorum.

Gerçekten de kadınları tanımaya çalışmak çok iddialı bir şey. Hatta diyebilirim ki dünyada yaşayan kadın sa­yısı kadar, kadın tipi var.

Bu nedenle kadınlarla ilgili genelle­meler yaparken çok dikkatli olmak ge­rek.

Ama sonuç olarak bir yazar, düşün­celerini ancak okuyucularıyla paylaşır­sa doğruyu bulabilir. Bu nedenle ihti­yatı bir kenara bırakıyorum.

Kadınlar iki yönlü varlıklardır. Bi­rinci yönlerini dışardan görebili­riz. Ancak, gerçek olan kişisel yönünü görmemiz mümkün olamaz. Kadın, onu ancak kendisi için herhan­gi biri olmaktan çıkan özel bir erkeğe, sevgilisine açabilir.

Şu satırlar Gasset’e ait:
“Erkekle kadının kamuyla ilişkileri arasındaki farklılık öylesine belirgindir ki, bunlar birbirlerine karşıt gösterge­ler oluşturur. Kadın, kamunun önüne çıkmadan önce ne kadar çok hazırlık yapar, ne denli çekici olmaya çalışırsa, kamuyla gerçek kişiliği arasında o den­li büyük bir uzaklık yaratmış olur. Kadının çevresinde yarattığı hayranlık ne oranda artarsa, o kadın tarafından se­çilmeyecek erkeklerin sayısı da o ölçü­de artar ve bu erkekler uzaktan seyirci olmaya yazgılı olduklarını anlarlar. Bir kadının, kendisiyle başkaları arasına koyduğu bütün o lüksten ve zarafetten , bütün o süslenmeler ve mücevherler­den güdülen amaç, kadının iç benliğini saklama, bu benliği daha gizemli, daha ulaşılmaz kılma isteğidir. Öte yandan erkek, kendisinde en saygın bulduğu yanı, en derinlerde yatan gururunu, yaşamının tüm ciddiyetiyle eğildiği edimleri ve çabaları kamuya açar. Ka­dında teatral bir dış yapı ve derli toplu bir iç yapı vardır; oysa erkekte teatral olan iç yapıdır.”

“Çok sayıda erkeğin iç yaşamları, sözcüklerin ötesine taşmaz, iç duygula­rı da yalnızca sözel bir varoluşla sınırlı kalır. Oysa kadında bir kendini sakla­ma ve gizleme içgüdüsü vardır. Kadın ruhu, sanki sırtını dış dünyaya dönmüş gibi, içteki tutkulu mayalanmayı sakla­yarak yaşar. Alçakgönüllü davranışlar, bu içi saklama tutumunun yalnızca simgesel biçimidir. Kadının erkeğin bakışlarından saklamaya çalıştığı, as­lında bedeni değil, erkeğin bedene yö­nelttiği niyetlere karşı gösterdiği tepki­dir.”

Evet sevgili okuyucular, bu açıkla­ma bana daha anlamlı görünü­yor: Kadınların politika sahnesi­nin önüne fırlamaktaki isteksizlikleri­nin temeli, kadın ruhunun bu özelliğin­den, kadınların içe dönük yapılarından kaynaklanıyor.

Eğer, iddia edildiği gibi “Türkiye’de­ki siyasetin yapısı kadınların siyasete girmesine engel” olmuş olsaydı, aynı durumun neden İspanya’da, Fransa’da, İngiltere’de, Amerika’da ilh. ortaya çık­tığını da açıklayamazdık.

Oralarda da kadınları ikinci sınıf varlık gören Refahlılar yok ya?