Politikada kadın olmak avantaj mı?
Partilerin listeleri açıklandığından beri en önemli konuşma konularımızdan birisi de, milletvekili adaylarının cinsiyetleri üzerine. Toplam beş bine ulaşan milletvekili aday adaylarının ancak yüzde onunun kadın olduğu biliniyor.
Listelerde seçilebilecek yerlere gelen kadınların sayısı ise bir düzineyi bile bulmuyor.
Kadın bir başbakan tarafından yönetilen kadınlara seçme ve seçilme hakkını bir çok Avrupa ülkesinden önce tanıyan Türkiye’de, bu görüntünün normal olmadığını düşünenler var.
Bir de Refah Partisi gibi, politik gösterilerinin vitrinine kadınları bolca koyduğu halde, kadınları milletvekili adayı olarak göstermemeyi bir “seçim stratejisi” haline getiren partiler var.
Bu duruma getirilen açıklama, Türkiye’de siyasetin yapısının kadınların aktif roller üstlenmesine izin vermeyen bir yönü olduğuna ilişkin.
En demokrat görünen partiler bile, siyaseti Türkiye’de bir “erkek sporu” olarak gördüklerini söylemekten çekinmiyorlar.
Refah Partisi gibi esas olarak ideolojik nedenlerle kadınları günlük aktif hayatın dışında tutmak isteyenlerse, düşüncelerini açıkça söylemeye şimdilik çekindikleri için “politikanın yapısı kadınlara uygun değil” tezini işliyorlar.
Yani sizin anlayacağınız, siyasi yelpazemizin en sağından en soluna kadar herkes, Türkiye’de politika yapmanın bir erkek işi olduğunu düşünüyor ve kadınların bu yapı içinde politika yapamayacaklarını savunuyor.
Başbakan Tansu Çiller’in kadın olmasının, diğer kadınların siyasete girişlerinin önünde bir engel oluşturduğunu düşünenler de var.
Onlara göre de Tansu Hanım, kadınların politikaya girmeleri konusunda iyi bir örnek olmadı.
Her sıkıştığında gözünden boşalan gözyaşları, ani öfke patlamaları göstermesi bu kesimin eline kadınlar aleyhine kullanılacak silahlar verdi.
Acaba öyle mi? Bu görüşler doğru mu? Türkiye’de siyasetin yapısı kadınların siyasete girmesinin önünde engel mi?
Açıkça söylemem gerekirse, benim kötü bir huyum var. Genel geçer fikirlere karşı her zaman bir kuşku duyuyorum.
Şeytan beni, “bu kadar çok insan böyle düşündüğüne göre, bu işte bir terslik olmalı” diye dürtüyor.
Daha önce sizlere sözünü ettiğim romanım için bir süredir kadın davranışları üzerine gözlemler yapıyorum, kitaplar okuyorum.
“So many women, so little time” (ne kadar çok kadın, o kadar az zaman) sözünü kimin ettiğini bilmiyorum.
Gerçekten de kadınları tanımaya çalışmak çok iddialı bir şey. Hatta diyebilirim ki dünyada yaşayan kadın sayısı kadar, kadın tipi var.
Bu nedenle kadınlarla ilgili genellemeler yaparken çok dikkatli olmak gerek.
Ama sonuç olarak bir yazar, düşüncelerini ancak okuyucularıyla paylaşırsa doğruyu bulabilir. Bu nedenle ihtiyatı bir kenara bırakıyorum.
Kadınlar iki yönlü varlıklardır. Birinci yönlerini dışardan görebiliriz. Ancak, gerçek olan kişisel yönünü görmemiz mümkün olamaz. Kadın, onu ancak kendisi için herhangi biri olmaktan çıkan özel bir erkeğe, sevgilisine açabilir.
Şu satırlar Gasset’e ait:
“Erkekle kadının kamuyla ilişkileri arasındaki farklılık öylesine belirgindir ki, bunlar birbirlerine karşıt göstergeler oluşturur. Kadın, kamunun önüne çıkmadan önce ne kadar çok hazırlık yapar, ne denli çekici olmaya çalışırsa, kamuyla gerçek kişiliği arasında o denli büyük bir uzaklık yaratmış olur. Kadının çevresinde yarattığı hayranlık ne oranda artarsa, o kadın tarafından seçilmeyecek erkeklerin sayısı da o ölçüde artar ve bu erkekler uzaktan seyirci olmaya yazgılı olduklarını anlarlar. Bir kadının, kendisiyle başkaları arasına koyduğu bütün o lüksten ve zarafetten , bütün o süslenmeler ve mücevherlerden güdülen amaç, kadının iç benliğini saklama, bu benliği daha gizemli, daha ulaşılmaz kılma isteğidir. Öte yandan erkek, kendisinde en saygın bulduğu yanı, en derinlerde yatan gururunu, yaşamının tüm ciddiyetiyle eğildiği edimleri ve çabaları kamuya açar. Kadında teatral bir dış yapı ve derli toplu bir iç yapı vardır; oysa erkekte teatral olan iç yapıdır.”
“Çok sayıda erkeğin iç yaşamları, sözcüklerin ötesine taşmaz, iç duyguları da yalnızca sözel bir varoluşla sınırlı kalır. Oysa kadında bir kendini saklama ve gizleme içgüdüsü vardır. Kadın ruhu, sanki sırtını dış dünyaya dönmüş gibi, içteki tutkulu mayalanmayı saklayarak yaşar. Alçakgönüllü davranışlar, bu içi saklama tutumunun yalnızca simgesel biçimidir. Kadının erkeğin bakışlarından saklamaya çalıştığı, aslında bedeni değil, erkeğin bedene yönelttiği niyetlere karşı gösterdiği tepkidir.”
Evet sevgili okuyucular, bu açıklama bana daha anlamlı görünüyor: Kadınların politika sahnesinin önüne fırlamaktaki isteksizliklerinin temeli, kadın ruhunun bu özelliğinden, kadınların içe dönük yapılarından kaynaklanıyor.
Eğer, iddia edildiği gibi “Türkiye’deki siyasetin yapısı kadınların siyasete girmesine engel” olmuş olsaydı, aynı durumun neden İspanya’da, Fransa’da, İngiltere’de, Amerika’da ilh. ortaya çıktığını da açıklayamazdık.
Oralarda da kadınları ikinci sınıf varlık gören Refahlılar yok ya?