Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

I love this game

Eski patronlarımdan birisi, ne zaman başarılı bir yayın çıkarsam, ilk sayının satış raporlarına bakar, karamsar bir yüz ifadesiyle “Bu sattı, bakalım ikincisi satacak mı?” diye sorardı. O zamanlar 25-26 yaşlarındaydım.

Övgü ve kutlama beklerken, böyle bir soruyla karşılaşmak canımı çok, ama çok sıkardı.

Bu davranışla o kadar çok karşılaşmıştım ki, sonraları ben de ona benzedim.

Giderek başarının tadını çıkarmayı, bunu arkadaşlarım ve patronlarımla paylaşmanın zevkini yaşamayı unuttum.

Hep ileriye bakmaktan, ileride neler olacağının planlarını kurmaktan, giderek bir makineye dönüştüğümü hissederdim.

Allahtan şimdi başarının değerini bilen, kazanılan bir başarının zafer anını kutlamayı başaran bir patronum var.

İleriyi düşünmenin, kazanılan bir zaferi kutlamanın önünde engel oluşturmadığını şimdi yeniden öğreniyorum.

Efes Pilsen’in, Koraç Kupası zaferini Milano’da yaşarken aklıma o eski günler geldi.

Zafer’ın tadını çıkarmak
Maçın bitiş düdüğü ile birlikte sahanın içine doğru koşarken de, Fanatik’in Yazıişleri Müdürü Necil Ülgen ve Haber Müdürü Can Uyguç ile ellerimizi birbirine vurarak zaferi kutlarken de kulağımda o sevimsiz sözler çınladı, durdu: “Bu kazanıldı, bakalım bir daha olacak mı?”

Dün konuştuğum Aydın Örs’te de benzer bir duygunun varlığını görmek beni şaşırtmadı.

Yıllardır bir dantel örer gibi adım adım işlenen ve çok uzun mücadelelerden sonra kazanılmış bir zaferin ardından, onun da benzer bir tavırla karşılaştığını görüyorum.

Bu büyük zaferi kutlamak ve onun tadını çıkarmak yerine, şimdiden oturup gelecek yılki Avrupa Şampiyonluğu’nun sorularını soranlara en az onun kadar kızıyorum.

Kazanılan zaferi küçültmeye çalışanlara, maç içindeki bir kaç kişisel hatanın yorumunu yapmaya çalışanlara sinir oluyorum.

Bir tek gerçek var: Efes Pilsen, Avrupa’nın en büyük takımlarını birer birer yenerek bu zafere ulaştı. “Coach’undan, en genç oyuncusuna; menajerinden kulüp başkanına kadar tüm unsurlarıyla, iyi bir takım olmayı başardığı için şampiyon oldu.

Bu noktada artık durup biraz da başarının tadını çıkarmayı öğrenmeliyiz.

Bugünkü Efes-Fenerbahçe maçına koşup, şampiyonları bağrımıza basmalıyız. Onlar bunu haketti, biz de bu başarıyla övünmeyi hak etmeliyiz.

Efes Pilsen’in başarısının en temel nedeni bir takım olabilmesi. Bireysel yetenekleri gelişmiş starların, bir sistem içinde kendi paylarına düşeni yapmaya çalışması dünyanın en zor işidir. Yıldızların, takım oyununa adapte olmaları, gerektiğinde kendi kişiliklerini geri plana alıp, takım kişiliğini öne çıkarmaları çok zordur. Efesli oyuncular işte bunu başardılar.

Kazandığı başarılarla, salonlara çıkıp şov yapmaya en çok hakkı olan adam Aydın Örs. Ama onun bir tek gün bile yüksekten atıp-tuttuğunu, dar kafalı bir kendini beğenmişliğe tutsak olduğunu göreniniz var mı?

Basketbol dünyamız, kerametleri kendinden menkul “dahi”lerle dolu.

Sistemli ve planlı çalışmak
Bir tek sporcunun sırtına binip, yıllarca basketbolda ali kıran baş kesen olanları hatırlayın. Takımın birçok yıldızını, ta küçüklüklerinden itibaren ele alıp, onları gerçek birer sporcu olarak Türk basketboluna kazandıran Aydın Örs’ün kendinden emin mütevazılığı hepimize ders olmalı.

Başarı, “medyatik dahilerin” soytarılıklarıyla değil, sistemli planlı çalışmakla geliyor.

Bizlere sadece bunu öğretmesi bile, Efes’in tarihe geçmesi yeterli.

Aşın heyecanım yüzünden çoğu zaman salonlara gidemiyorum. Ama basketbol, futbol ile birlikte en çok sevdiğim spor.

Basketbolü sevmemin temel nedeni, genç bir insanın günümüz-dünyasında yetişmesi için en temel şeyleri öğretiyor olması.

Basketbol oynayarak yetişen gençler, hem bireysel mücadele yeteneklerini ve hırslarını
geliştirebiliyorlar, hem de bir takımın parçası olmayı, sistem içinde yaratıcılık göstermeyi öğreniyorlar.

Günümüzde bir çok başarılı yönetici ve iş adamının, gençliklerinde iyi birer basketbolcu olması tesadüf değil.

Sağlıklı insanlar yetiştirmek
Bu yüzden basketbolü ne kadar yaygınlaştırabilirsek, ne kadar okullara sokabilirsek, gelecek için de o kadar sağlıklı insanlar yetiştirmeyi başarabiliriz.

Efes Pilsen’in zaferinin getirdiği rüzgar, yıllardır görmeyi başaramadığımız bu gerçeği görmemizde bizlere yararlı olacak.

Şimdi görev biraz da hükümete ve Mesut Yılmaz’a düşüyor. Türk basketbolunu, devletin bürokrasisinin elinden kurtarmak zorundayız.

Yıllar önce Turgut Özal’ın futbola getirdiği anlayışı, basketbola da yansıtmalıyız. Basketbol, bunu futboldan daha çok hak ediyor.

Basketbol Federasyonu’nu da özerkleştirmek, basketbolun yaygınlaştırılması için atılacak ilk adım olacaktır.

Televizyondaki NBA maçlarında çok sık duyduğumuz o ünlü sloganı kendi kendime çok tekrar etmişimdir: I love this game!

Evet, ben “bu oyunu seviyorum”. Şimdi bunu yüksek sesle söyleme imkanını bana verdikleri için de Aydın Örs’e ve oyuncularına çok teşekkür ediyorum.