Kadınların erkeklere ihtiyacı kalmadı mı?
Cuma günü tüm dünya İngiltere’den gelen ilginç bir haberle çalkalandı. Açıklaması 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne (bu sadece bir tesadüf mü, ona da siz karar verin) rastgelen bu yeni bilimsel gelişme, üremek için artık kadınların erkeklere ihtiyacı kalmadığını ortaya koyuyor.
İngiltere’nin Rosling Araştırma Merkezi tarafından yapılan açıklamayı kaçırmış olabilirsiniz diye, kısaca yapılan işlemi anlatayım.
Bir kara koyundan alınan döllenmemiş yumurta hücresi ile bir beyaz koyundan alınan embriyon hücrelerinin elektrik şoku ile birleştirilmesinden elde edilen yeni hücreler bir başka koyunun rahmine yerleştiriliyor. Normal bir gebelik sürecinin sonunda da bir koç tarafından döllenmemiş bu yumurtalardan babasız kuzular dünyaya geliyor.
Bu yöntemle elde edilen beş yavrudan ikisinin sağlıklı olarak yaşamaya devam etmesi, araştırmayı sürdüren bilim adamlarını umutlandırıyor. Benzeri bir uygulamanın insanlar üzerinde de aynı sonucu verebileceği açıklanıyor.
Hatta, iki hücrenin elektrik şokuyla birleştirilmesinden önce, embriyo üzerinde gen çalışması yapılarak, genetik açıdan daha mükemmel yavruların dünyaya getirilmesi de mümkün olabiliyor.
Üstün ırk yaratmak için, Alman neslinin en güzel örneklerini özel kamplarda çiftleştiren Hitler’in kulakları çınlasın. Çağımızın Hitler’leri, istedikleri “üstün ırkı” bu yöntemi kullanarak kolayca yaratabilirler.
Dini yaklaşımlar katılaşabilir
Bence bu olayın bir çok ilginç yönü var. Bir tanesi yukarıda da söylediğim gibi “üstün ırk” yaratma heveslisi faşistler açısından önemli
Böylece, ırkların en iyi özelliklerini taşıyan üstün insanlar yaratabilir ve dünyanın başına yeni belalar açabilirler.
Bir diğer ilginç nokta, bu keşfin İngiltere’de yapılması.
Sizler de hatırlayacaksınız. Seyrettiğimiz bütün filmlerde, çılgın buluşlarıyla dünyanın başına dertler açmak isteyenler İngiliz’dir. Televizyondaki Tatlı Sert’i, James Bond öykülerini hatırlayın.
Demek ki filmlerde anlatılanlar sadece bir hayalden ibaret değilmiş.
Bir diğer nokta katolik kilisesi ile ilgili.
Kadın-erkek ilişkisinde “zevki” günah bulan ve bu eylemi yalnızca üremek için mübah gören dini yaklaşımlar artık tutumlarını daha da katılaştırabilirler.
Hatta şimdi Eric Von Daniken gibi birisi çıkıp, bu işlemin dünyaya daha önce uzaylılar tarafından getirildiğini, Hazreti İsa’nın babasız doğumunun ardında bu yöntemin yattığını iddia eden bir kitap bile yayınlayabilir.
Kimbilir, belki gerçekten de öyledir!
İşin şakası bir yana, erkeksiz üremenin gerçekleştirilmiş olması, en çok da feminist hareketi sevindirmiş olmalı.
Yıllardır sözünü ettikleri “erkeklere ihtiyacımız yok” tezi böylece hayatın en önemli ve daha önce erkeksiz asla yapamayacakları bir alanda da geçerlilik kazanmış bulunuyor.
Biyolojik gereksinim ortadan kalkınca
Feminizmin lezbiyenlik ile buluştuğu noktada yer alanlar da böylece rahat bir nefes almış olacaklar. Çünkü artık, çocuk sahibi olmak amacıyla beş dakika için de olsa bir erkeğe ihtiyaçları kalmayacak.
Ama ya geri kalanlar?
Ya erkeklerle ilişkilerine bir şeyleri paylaşmak, ortak gelecek kurmak, sevmek-sevilmek olarak bakanlar?
İşte o cephede değişen hiç bir şey olmayacağına inanıyorum. Çünkü o kadınlar biliyorlar ki, erkekler ile birlikte olmalarının nedeni yalnızca çocuk doğurma eylemleri ile sınırlı değil.
Dünya durduğu sürece de bu gerçeği kimse ortadan kaldıramayacak. Erkekleri seven kadınlar, kadınları seven erkekler her zaman var olacak.
Hatta işin içinden biyolojik mecburiyetler de çıkınca, bu iki yönlü ilişkinin daha da gelişmesi, daha da anlam kazanması mümkün olacak.
Öte yandan günümüz toplumlarındaki erkek egemenliğinin de kaçınılmaz bir şekilde biçim değiştirmesini, bugün kadınlar aleyhine olan bir çok durumun da ortadan kalkabileceğini varsayabiliriz.
Aşkın egemenliğindeki evlilik
Niklas Luhmann, Cogito dergisinde yayınlanan “Aşk ve evlilik: Çoğalmanın düşün yapısı” başlıklı makalesinde, 18. Yüzyıl’dan itibaren, evlilik antlaşmalarının devletin destekçisi olma vasfını yitirdiğini ve romantik aşkın tek başına bir “evlilik gerekçesi” olduğunu yazıyor.
“Aşk evliliğiyle oluşan bu birliğin ve eşler arasındaki aşkın inşanın doğal yetkinliğinin bir gereği” olduğunu söylüyor.
“Romantik aşk”a tanınan bu özgürlüğün, toplumların yapısını değiştirmekte nasıl bir rol oynadığını anlatıyor.
Bu açıdan bakınca, artık “üremek” amacıyla evlenme gereği de ortadan kalktığına göre, aşkın saf haliyle, sadece aşk olduğu için, insanların hayatı üzerinde at koşturmaya başlayacağını düşünebiliriz.
Hep söylediğim gibi, bu derece önemli sonuçlar doğurabilecek bir konunun bir gazete yazısının yüzeyselliği içinde irdelenmesi imkansız.
Şimdi, heyecanla, çağımız düşünürlerinin bu konu üzerine yazacağı kitapları bekliyorum.
Bizlerin değilse bile torunlarımızın, onların torunlarının hayatlarının ve aşka yaklaşımlarının çok daha farklı olacağını görür gibiyim.
Allahtan tarihin bu döneminde yaşıyoruz. Yoksa kadınlar olmadan, bizler ne yapardık?