Leyla Zana'nın Nobel'i
Cuma günü Norveç’te Nobel Barış Ödülünün sahibi belli olacak. Türk Dışişleri günlerden beri “Zana’ya Nobel” kabusuyla yaşıyor. Norveç’ten gelen haberler Nobel Barış Ödülünün bu yılki en güçlü adayının hapishanedeki DEP Milletvekili Leyla Zana olduğu yolunda bilgiler içeriyor.
Leyla Zana’nın ödülü alması için Madame Mitterand ve 1986 yılında bU ödülü alan Elie Wiesel gibi “önemli isimler”in kulis yaptıkları da gelen haberler arasında.
Zana’yı, Nobel Ödülü’ne Norveç Parlamentosu aday gösterdi.
Nobel Ödülü’nün kime verileceğine karar verecek “jüri” Norveç Parlamentosu’nun seçtiği beş kişilik bir komiteden oluşuyor.
Komitenin başında şu anda uluslararası hukuk profesörü Francis Sefersted bulunuyor.
Üç eski politikacının da bulunduğu komitede bir de “ilahiyat” profesörü var.
Komite üyelerinin hiç birinin geçmişte Kürt hareketleri ile ilgili faaliyetlerde bulunmadıkları biliniyor.
Jürinin bu tarafsız görüntüsüne rağmen, Türk Dışişleri nefesini tutmuş, Leyla Zana’nın ödül alıp almayacağını bekliyor. Türkiye’nin paniği sebepsiz değil. Leyla Zana’nın, hapislerde süründürülen bir siyasi olarak ödül alması Türkiye’nin Kürt sorununu uluslararası alanlara taşıyacak yeni bir akımın başlamasına yol açacak.
Güney Afrika’daki ırkçı rejime karşı ilk uluslararası tepkinin başlangıcının, 1984 yılında Güney Afrikalı rahip Desmond Tutu’ya Nobel Barış Ödülü’nün verilmesine dayandığı hala hatırlarda.
Bu tepki 1986’dan itibaren giderek bir uluslararası ambargoya dönüşmüş ve Güney Afrika’nın, Mandela’nın işbaşına gelmesine kadar geçen süre içinde tüm dünyadan izole edilmesine yol açmıştı.
1992 yılında da Burmalı muhalif Bayan Sou Kyi hapiste iken ödülü kazanmıştı. Bayan Sou Kyi, artan uluslararası baskı nedeniyle geçenlerde yeniden özgürlüğüne kavuştu.
Biz yurt içinde kendimizi ne kadar Leyla Zana’nın teröristliği konusunda ikna etmiş olursak olalım,
Türkiye bunu hala dünyanın demokratik güçlerine anlatmayı başaramadı.
Zana’yı DGM’de mahkum etmeye yarayan “terör örgütü ile bağlantılarını gösteren kanıtlar” Türkiye dışında hiç kimse tarafından ciddiye alınacak durumda değil.
Bu nedenle “bir teröriste nasıl barış ödülü verilir” sorusu bütün değerini yitirmiş durumda.
Bu yüzden, Tansu Çiller hükümeti güvenoyu almayı başarabilirse, dışarıda kendisini bekleyen bir çok sorunun yanında bir de Nobel vasıtasıyla prestiji artan Kürt sorunuyla da uğraşmak zorunda kalacak.
Ancak ne yazık ki, azınlık hükümetinin bileşimi ve parlamento içindeki desteği, yeni hükümetin bu sorunların altından kalkmasını güçleştirecek gibi görünüyor.
Avrupa Topluluğu’nun vazgeçilmez şart saydığı demokratikleşme reformunun önündeki en büyük engeller, şu anda bakan olarak kabineye girmiş durumdalar.
Bu kişiler, bakan olarak sorumluluklarının arttığını gördükten sonra daha önce yaptıkları hataları anlasalar bile, hükümetin parlamentodaki desteği bu reformları yapmasına imkan tanımıyor.
Bu nedenle Türkiye, tam önü açılmış ve yeni ufuklara yelken açabilecek bir durumdayken, yeniden yalnızlığa ve izolasyona itilmek üzere.
Demokratik reformlarını zamanında yapamayan ve kendisini Avrupa’nın demokratik devletleri ile aynı kategoriye çıkaramayan Türkiye, uyuşturucu trafiğinin bir halkası olan, kadın-çocuk-sivil-asker demeden insanları acımasızca öldürebilen bir terör örgütünün karşısında ezilme tehlikesiyle karşı karşıya.
Bunlar söylemesi insana azap veren ve isyan ettiren şeyler.
Ama takkemizi de önümüze koyup, düşünmemizi gerektiren gerçekler.
Dünya artık çok küçük.
Eğer bu dünyanın bir parçası olmak, bu dünyanın nimetlerinden yararlanmak istiyorsak, sorunlarımızı demokratik ülkelere yaraşır olgunlukla çözmek zorundayız.
Onun için içimizden bazılarımızın “çizmeyi aşmalarına” da hoşgörüyle bakmalı, onları dinlemeyi öğrenmeliyiz.
Başkalarına, “işimize burnunuzu sokmayın” demenin tek yolu da galiba bu.