Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Mesut Yılmaz haklı

Türkiye, istifa etmiş bir hükümetle 8. günü de doldurdu ve dokuzuncu güne girdi.

Öyle görünüyor ki, daha bir çok dokuz günü de hükümetsiz geçi­receğiz.

Mesut Yılmaz’ın bugün hangi bahaneleri ileri sürüp hükümete ortak olmaktan kıvırtacağını hep birlikte göreceğiz.

Yılmaz’ın durumuna gerçek­ten çok üzülüyorum.

İleriyi görmekten aciz, çapsız kurmaylarının kurbanı oldu adamcağız.

Hatırlayacaksınız, Mesut Bey, krizin ilk günlerinde Tansu Hanım’a, erken seçim şartıyla des­tek verebileceğini hatta ANAP’ın bu koşullar altında ya­pılacak bir hükümette ortak ola­rak yer alabileceğini açıklamıştı.

Bütün hesaplan Çiller’in böyle bir öneriyi kabul etmeyeceği üzerine kurmuşlardı.

ANAP’ın önerisini geri çevirerek Çiller’in hem kamuoyunda hem de iş çevrelerinde prestij kaybedeceğini hesaplamışlardı.

Ancak, Mesut Yılmaz’ın maço ağzıyla söyleyecek olursak “kadın numarayı yemedi!”

Mesut Bey’in manevraları, et­rafındaki adamların siyasi yeter­sizlikleri nedeniyle kendisini vuran bir silaha dönüştü.

Yılmaz, şimdi ne gerekce ileri sürerse sürsün, artık DYP’nin koalisyon teklifini kabul etme­yen adam durumundan kurtula­mayacak.

Halbuki küçük siyasi numara­lar peşinde koşacağına, erkekçe işin taa başında ortaya çıkıp, “ben sizin pisliklerinizi temizle­mek için hiç bir şekilde koalis­yona girmem kardeşim” desey­di, daha doğru bir strateji izle­miş olacaktı.

Gerçekten de Mesut Yıl­maz ve ANAP’ı dört yıllık bir hükümetin yaptıkları­na ortak durumuna düşürecek bir işin altına girmediler diye eleştirmeye kimsenin hakkı ola­maz.

Sonuç olarak ANAP bu dört yılı muhalefette geçirmiş bir partidir. Şimdi sırf seçime bir an önce gidilebilsin diye bu sorum­luluk Mesut Bey’e yıkılamaz.

Zaten ANAP’ın şimdi ileri sür­düğü gerekçelerin hepsinin al­tında yatanın aslında bu düşün­ce olduğunu herkes biliyor.

Ama Mesut Bey, yine de “di­nozor siyasetçi” taktiklerinden vazgeçmiyor. Düşündüklerini halka açıkça söylemiyor.

Türkiye’nin bu kısır siyasi nu­maralarla vakit kaybettiğini gör­mek istemiyor.

Türk halkının da bunlardan bıktığını, bu oyunların modası­nın artık geçtiğini ona birisinin söylemesi lazım.

Aslında gönül, bütün bu kısır siyasi tartışmalardan sıyrılıp iki liderin Türkiye’nin geleceği için el ele vermesini istiyor.

Yanlış anlaşılmamak için he­men belirtmeliyim ki, ben “mer­kez sağda tek parti” özlemcile­rinden değilim.

Siyasi partilerin çokluğunun demokrasinin gelişmesine engel değil, aksine faydalı olduğuna da inanıyorum.

Merkez sağın iki partisinin koalisyonlarının da Tür­kiye’nin temel sorunları­nı çözebileceğini sanmıyorum.

1946’dan beri Türkiye’de merkez sağın zaten iktidarda ol­duğunu da unutmuş değilim.

Merkez sağ koalisyonun Tür­kiye’nin demokratikleşmesi, güneydoğu sorununun çözümü, kitlelerin refah düzeylerinin art­tırılması gibi konularda hiç bir ilerleme kaydedemeyeceğini çok iyi biliyorum.

Ama Türkiye’nin şu günlerde gerçekten çok acil sorunları var.

Erken üretim Azeri petrolleri, Türkmenistan doğal gazı gibi acil karar bekleyen işlerin dur­duğunu görüyorum.

Biz burada hükümet senaryo­ları ile uğraşırken Yunanistan, Bulgaristan ve Rusya’nın elele verip, petrol hayallerimizin kö­küne kibrit suyu ekme planlarını geliştirdiklerini görüyorum.

Demokratikleşmenin ve buna bağlı olarak Avrupa ile Gümrük Birliği’nin beklemeye tahammülü olmadığını da biliyorum.

Dün Avrupalı dışişleri bakan­larının İnönü’ye ihsas ettikleri “toplantıyı erteleyelim” önerisi­nin Türkiye’nin Avrupa’ya girişi­ni belirsizliğe iteceğini düşünü­yorum.

Uzayıp gidecek grevin ülke ekonomisine ileride tamiri zor ağır kayıplar verdirebileceğini görüyorum.

Ama ne yazık ki benim gaze­tedeki odamdan görebildiklerimi Ankara’da oturan ve Meclis iç tüzüğü gereği birbirlerine “sayın” diyen ve zaten ancak bunu hakeden insanların görmediklerine de şaşıyorum.